Hafıza Yazısı: 44 - (Muhammed Ali Çelebi )
DEPREMDE HAFIZAM KALDI
(Editör: Ali YALÇIN)
Hafıza Yazısı: 44
(Muhammed Ali Çelebi -İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğrencisi)
İstanbul’a döndükten kısa bir süre sonra tekrardan Kızılay ile deprem bölgesine gitmek üzere yola koyulduk. Bu sefer yol arkadaşım sadece Muammerdi ve gideceğimiz yer de memleketim Malatya’ydı. Son hazırlıklarımızı yapıp yola koyulmak için tekrardan Kızılay şubesinde buluştuk. Maraş’ta edindiğimiz tecrübelerden de yola çıkarak bu sefer daha iyi hazırlanmıştım. Örneğin bot yerine bu sefer daha rahat bir spor ayakkabı giydim çünkü bir önceki Maraş yolculuğunda, sadece bot ile gittiğim için bir yerden sonra günler sıkıntılı geçmişti. Bu sefer yaşadıklarımdan ders çıkararak daha hazır bir şekilde merkeze gittim. Otobüsle akşam saatlerinde Malatya’ya doğru yola çıktık. Dostum Muammer ile uzun ve ‘rahat’ bir yolculuk geçirdik bu sefer. Sabah saatlerinde Darende’ye girmeye yakın uyandım. Darende’den Malatya merkeze gidişimiz, İstanbul’dan Darende’ye gidişimizden uzun sürmüş gibi bir hissiyat bıraktı. Malatya’ya en son, depremden 6 sene evvel gitmiştim ona rağmen şehrin canlılığı, çarşıdaki insan kalabalığı gibi şeyler hayal meyal aklımdaydı. Merkezin içinden geçerken ise, çevrede gördüklerim ile kafamdakileri yan yana getirince kafamın içi derin bir sessizliğe büründü. Karmaşık duygular içeresinde İnönü Üniversitesine doğru yolumuza devam ettik. Şehre girdiğimiz andan itibaren, gözlemlerimden yola çıkarak bulunacağım en net tespitlerden biri Malatya’nın görünürde diğer şehirlere nazaran daha az yıkılmış gözüküp, aslında diğer şehirler kadar ve belki de birçoğundan daha kötü durumda olduğuydu. Maraş ile kıyasladığımda Maraş’taki binaların çoğunun direkt yıkılmasından dolayı ortaya çıkan yıkım gözler önündeydi.
Malatya’da ise binaların çoğu bir şekilde ayakta duruyordu ancak biraz yaklaşıldığında dokunulsa yıkılacak durumda oldukları hemen belli oluyordu. En azından gördüklerimden yola çıkarak böyle bir çıkarımda bulunabilirim. Üniversiteye vardığımızda kalacağımız yer olan spor salonuna gittik. Eski ekibi uğurladıktan sonra ilk gün yeni ekibin dinlenme günü olduğundan ilk günümüz çevreyi ve geldiğimiz ekipteki insanları tanımakla geçti. Malatya’da düzen nispeten oturmuştu ve ilk günlerdeki o kaos ortamı yoktu. Elbette orada ilk günden beri bulunan gönüllülerden öğrendiğim kadarıyla, Maraş’ta olduğu gibi Malatya’da da ilk günler çok sıkıntılı geçmiş. Yatacağımız yere eşyalarımızı koymak için spor salonunun içine girdikten sonra, içeriyi gezerken ilk günlerin nasıl geçtiğini az buçuk idrak edebildim. Salonun duş ve tuvaletlerinin olduğu yerde bazı duşa kabinlerin içinde yataklar vardı ve hala o kabinlerin bazılarında insanlar kalıyordu. Depremin ilk zamanları yer sıkıntısından böyle bir şeyin olması normalken, insan yoğunluğu azaldığı halde hala o kabinlerde insan kalması kafama takılmışken asıl kalınan yere girdiğimizde kafamdaki sorunun cevabını almış oldum. Salonun ortasındaki sahaya açılan kapıyı açtığımız anda yüzüme çarpan o mistik koku, beni bir anda Maraş’taki son günlerimdeki hijyenden uzak zamanlara götürdü. O kokudan sebep olacak ki bazı insanlar o kokuya maruz kalmaktansa lavaboda yatmayı tercih ediyorlardı. Kapalı sahanın her yerinde yer yatakları ve kullanılmış battaniyeler vardı. Neyse ki arkadaşlarımla böyle şeylerden gocunan insanlar değildik. Gözümüze temiz gelen birkaç battaniyeyi alıp Muammerle bir yeri kendimize hazırladık.
Eşyalarımızı da bıraktıktan sonra salonun önündeki bahçede o günü sohbet ile geçirdik. O günün akşamı Mikail abi ile tanışma fırsatım oldu. Kendisi şu zamana tanıdığım en full paket insanlardan biri olabilir. Çünkü Mikail Ünsal denilen bu adam, genç girişimci bir insan ve benim anladığım kadarıyla hiçbir işe atılmaktan korkmuyor. Tam manasıyla bir Allah’tan korkan, cesur bir girişimci. Bunun yanı sıra güler yüzlü, samimi ve lafı bükmeden dolandırmadan söyleyebilen mert insanlardan. Durumu oradaki insanlara nazaran daha iyi olmasına rağmen, o zor zamanlarda Kızılay’da gönüllü olarak hemşerilerine yardım etmeyi tercih etmiş. Elbette birçok insan bu şekilde davrandı o zamanlarda, bunu diğer tanıştığım insanlarda da tecrübe etmiştim, ancak benim Mikail abiyi diğer insanlardan ayırdığım tarafı, bir gönüllüyü tam anlamı ile temsil etmesidir. Örneğin ilerleyen süreçte yaşadığım birkaç olayda, normalde verilmesini beklediğim tepkilerin tersine Mikail abinin gösterdiği tutumlar kendisine olan hayranlığımın başlıca sebeplerindendir. O akşam da bu güzel insanla tanışma fırsatım oldu ve sağ olsun orada kaldığımız süreçte kendisi bize çok yardımcı oldu. O gece duş alma imkânımız olduğunu öğrendiğimde mutlulukla gelen bir rahatlık hissettim. Maraş’ta bulunduğumuz şartlardan sonra sıcak su ve temiz tuvalet gibi imkanlar gerçekten çok iyi gelmişti. Gündelik hayatta kıymetini fark etmediğimiz bazı şeylerin değerini böyle durumlarda anlamak da ayrıca kalıcı oluyordur bence. Duştan sonra uzun yolun yorgunluğu olacak ki erkenden gidip yatağıma girdim ve bulunduğum ortamdan hiç rahatsız olmamışçasına kafayı vurup uyudum.
Sabah erkenden Muammerin dürtmesiyle uyandım ve Malatya’daki ilk sabahımızda organize sanayiye doğru yola koyulduk. Sanayideki Kızılay deposuna vardık. Oradaki kolileri ve tırları gördüğümde bir anda gözümde mazi canlandı. Düzen oturtulduğu için Malatya’daki depoda pek sıkıntı yaşamadık ve daha rahat çalıştık. Düzen ve koordinasyonun önemini bir kez daha kavramış oldum. Ayrıca depoda kaldığımız o gün Egemen Fatih ile de tanışmış olduk. Kendisi ile kurduğumuz sıkı dostluk hala devam ediyor. Bu gibi zamanlarda kurulan dostluklar da ayrıca güzel oluyormuş. Malatya’da kaldığımız sürede Maraş’tan farklı olarak çok fazla yerde farklı işler yapma şansımız oldu. Sabah kahvaltılık dağıtımı, çadırda yemek dağıtımı, dağıtılan yemeklerin yapımına yardımda bulunma gibi her biri ayrı bir tecrübe olacak işleri yapmak keyif vericiydi. Bu işleri yaparken temasa geçtiğim gerek görevli gerek sivil insanlardan edindiğim tecrübelerin bende yeri hep ayrı olacak. Elbette Maraş’ta olduğu gibi Malatya’da da birçok sorun vardı ve hala da var. Bunu, depremin üzerinden bir sene sonra, yıldönümünde tekrardan Malatya’ya gittiğimizde görmüş oldum. Deprem zamanı Malatya’dan döndükten sonra orada tanıştığım birçok arkadaşımla iletişimi kesmedim. Egemen Fatih de bunlardan biriydi ve kendisi Zeytinburnu Genç Kızılay başkanı olduktan sonra Mikail abi ile kontaktı kurup deprem yıldönümünde Malatya üzerinde bir etkinlik planladı. 5 Şubat 2024’te ikinci Malatya seferine çıkmış olduk bu şekilde. Yine uzun ve keyifli bir yolculuğun ardından memleketime bir kez daha varmış oldum. Bu seferki işimiz çocukları eğlendirmek ve onlara götürdüğümüz hediyeleri vermek gibi tatlı şeylerdi.
Mikail abimiz de bu süreçte yine bizi yalnız bırakmadı ve en güzel şekilde ağırladı. Gittiğimiz konteyner kentlerde ve okulda çocuklarda gördüğüm genel olarak bir umutsuzluk ve hayatı salmışlık hissiyatıydı. Dışarıdan normallermiş gibi gözükseler de özellikle ortaokul ve lise çağındaki erkek çocukların bazılarında hayata karşı ciddi bir karamsarlık vardı. Ben kendi akranım olarak gördüğüm için genelde erkek çocuklar ile zaman geçirdim. Gittiğimiz okuldaki öğretmenlerin birkaçı ile sohbetimizde öğrencilerin durumu hakkında sorular sorduk. Öğretmenlerin bile öğrencileri hakkındaki karamsar ve sözde gerçekçi bir ifadeyle dile getirdikleri ümitsiz söylemleri, dürüst olmak gerekirse beni hem hayal kırıklığına uğrattı hem de öfkelendirdi. Zaten yaşanılan büyük bir travma var ve normale dönme çabalarında bir öğrencinin tekrardan bir şeyleri hedef edinmesi, bir ideale tutunması için yanında olacak en büyük destekçisi ailesi ve öğretmenleri olacaktır. Hele lise çağına girmiş ergenlik çağındaki bir çocuğun böyle kritik bir döneminde böyle bir durumun içinde olması zaten büyük bir talihsizlikken bir de sizi bu çukurdan kurtaracak en önemli insanların böyle düşüncede olmaları çok vahim bir durum. Sadece okulda bu vahamet yaşansa neyse bir de bu çocukların birçoğu konteyner kentlerde kalıyor. Üzerine sene geçmesine rağmen deprem zamanı verilen sözlerin birçoğu tutulmamıştı. Bunlardan biri de söz verilen evlerdi. Bu konuda şükredilecek tek şey herhalde artık kimsenin çadırda kalmak zorunda kalmaması olabilir. Elbette konteyner kentteki insanlara gıda yardımı ücretsiz elektrik su gibi imkanlar sağlandı bunlar göz ardı edilemez ancak insanı hayvandan ayıran özelliği de duyguları olması. Bir hayvan sürüsünün de yemini, suyunu, barınacak yerini ayarlayabilirsiniz. Ancak biz insanlarda iş burada bitmiyor. Yaşlısından çocuğuna, erkeğinden kadınına, özelinden normaline her bir durumdaki insanın ayrı ayrı sorunları olacaktır. Devlet odur ki vatandaşına öyle imkanlar tanısın, vatandaş da kendini insan bellesin. Ne yazık ki ben son gidişimde görmek istediğim Malatya’yı göremedim. Kafamdaki Malatya ile uzaktan yakından alakası yoktu. Ama ben yine de ümidi kesmeme taraftarıyım. Hala bir şeylerin düzeleceğine olan inancım var. Umarım ilerleyen süreçte bir şeyler düzelir ve belki de ben de bu sürecin bir parçası olurum.