Hafıza Yazısı: 10 ( Latife ULUTAŞ / Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Malatya Şube Başkanı)

Hafıza Yazısı: 10  ( Latife ULUTAŞ / Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Malatya Şube Başkanı)
A- A+

DEPREMDE HAFIZAM KALDI

(Editör: Ali YALÇIN)

Hafıza Yazısı: 10

( Latife ULUTAŞ / Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Malatya Şube Başkanı)

6 Şubat saat 04:17 de art arda gelen mesaj sesiyle uyandım, telefonumu aldığımda aile grubumuz olan Whatsapp’ ta kardeşlerimin sesiz çığlığını duydum. ‘Ses verin iyi misiniz’ diyen ablamın mesajı idi, şok oldum.  ‘Abla ne oldu’, diye yazdım. ‘Malatya da deprem olmuş kimseye ulaşamıyorum, TV’yi aç her yer yıkılmış,’, diye feryat ediyordu. 

Büyük ablam İstanbul’da, ben ise İzmir’de oğlumun yanındaydım. Dondum kaldım. O arada eşimin telefonunu çalıyordu, uyandı. Birileri iyi olup olmadığımızı soruyor, durum hakkında bilgi istiyordu.  Eşim de ne olup bittiğinin bilgisini ona soruyordu. Hemen TV’yi açarak durumun ciddiyetini öğrenmiş olduk. Canlı yayın Çavuşoğlu Mahallesinde idi. Donduk.  Ağlayarak; önce ailemize, sonra da arkadaşlarımıza, dostlarımıza ulaşmaya çalıştık. Maalesef hemen ulaşamadık. 

Çavuşoğlu Mahallesinde eşimin ailesi, benim kız kardeşim oturuyordu. Oradaki binalar çoğunluk elli beş- altmış yıllık binalardı. ‘Bu şiddetli depremde o evin ayakta kalması mucize’ dedik.

 Sürekli, orada oturan tanıdıkları arayarak bilgi almaya çalıştık. Sonunda ağır hasarlı evden sağ çıktıklarını öğrendik. Birkaç saat içinde aileme ulaşmayı başardık. Herkes korku endişe içinde şehri terk etmek için imkanları zorluyordu. Bense o kente bir an önce ulaşmanın koşullarını zorluyordum. Derneğimizde almış olduğum sorumluluk ve   toplumsal olaylara duyarlılığım gereği orada olmam gerekliliği daha çok hissettirmişti. 

Çabalarımız neticesinde depremin 3. gününde ancak bilet bulmuştuk.  Havaalanında, oğlum her an tüm hava ve karayollarını takip ediyordu. Malatya’ya hangi saatlerde ulaşılabilecek…   

Nihayet uçakta yer bulmuştu! Sevinerek telefonda haber verdi.  ‘9 Şubat’ta saat 09:00 da rezervasyon yaptırdım’ diye. Hazırladığım su, gıda valizleri ile ertesi gün saat 08:00 de alana gittik. Maalesef asker, polis sevkiyatı nedeni ile sivilleri uçağa almadılar. ‘Saat 12:30 da uçuşumuz var ona verelim’ dediler görevliler. ‘Olur, lütfen yardımcı olun, yakınlarımızın evleri yıkıldı, çoğundan haber alamıyoruz, yardımcı olun’ diye, adeta yakararak yer bulmalarını rica ettim.  ‘Hanımefendi haklısınız, ama burada bekleyenler hepsi aynı durumda, bir aksilik olmasa 12:30 uçağı ile göndereceğiz.’ Teşekkür ettim minnetle. Birkaç saat gecikmeli bile olsa varacak umuduyla.

 12:30 da yine sıraya girdiğimizde, sevkiyatların bitmediğini, akşam uçağı ile gidebileceğimizi söylediler. Bu kadar sinir bozucu bir durumla karşılaşmamıştım. Uzun bir tartışma sonucunda biletleri yenileyerek beklemeye devam ettik. Her dakika telefonla bilgiler almaya çalıştık. Saatler geçmek bilmedi. Hayatımda ilk kez zamanın bu kadar geç geçtiğini hissettim. Nihayet ertesi gün saat 12:30 ‘da uçağa bindik eşimle birlikte. Hiç konuşmadan hayatımın en uzun yolculuğunu yaptığımı düşünüyorum. 

13:30 gibi uçak indi ve gördüğüm manzarası tahmin ettiğimin çok üstündeydi.  Kilometrelerce uzayan kuyruk, ağlayan çocuklar, birbirini sarılarak birbirlerini teselli etmeye çalışan insanlar, görevlilerin tedirgin davranışları, eksi 12 varan hava koşullarında hala ayağında terlikle ve pijama ile sıra bekleyen yüzlerce insan...

Jose Saramago’nun Körlük kitabında okuduğum sahneler gözümün önüne. İnsanlar can havliyle o kenti terk etmeye çalışıyorlardı. Gördüğüm manzara karşısında daha fazla dayanamadım, dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim ve yere yığıldım hıçkırarak. 

Eşim ve oğlum bu hassasiyetimi bildikleri için, güçlü olmam ve ayakta durmam gerektiği konusunda söz almışlardı benden, gücümü toparlayamasam hiçbir işe yapamayacağımı, kendimi bırakmamam gerektiğini dile getiriyorlardı. 

Havaalanından, arkadaşların beklediği araçla çıktım, yol boyu buz kesmiş bedenimle.

Depremin ilk gününden itibaren bana ulaşan, yardım etmek isteyen çok sayıda gönüllü gençlerle gelmeden bir organizasyon oluşturmuştuk. Sanayide bir dükkân ayarlayarak yardımları ihtiyaca göre yerlerine ulaştırmalı ve acele etmeliydik.  Nerelere gideceğimizi, neler yapabileceğimizi, en kazlarda   neler yapabileceğimizi, daha önce İstanbul depreminde kurtarma çalışmalarında yer alan tecrübeli arkadaşlarla planlamalar yapmıştık.  

Sanayideki depoya vardığımızda yirmi, yirmi beş   gönüllü gencin birçok organizasyon yaptığını gördüm. İlk gördüğümde, kız kardeşimin ve üniversitede okuyan yeğenimin korku, endişe ve tükenmiş bir ruh hali ile karşı karşıya kaldım. Uzun süre sarılarak acılarımızı paylaşmaya çalıştık. 

Hemen bir toplantı yaparak durum değerlendirmesi yaptık. Yapacağımız işleri planladık, köy merkez ve mahallelerinde tüm ihtiyaçları gidermeye yönelik nasıl bir çalışma yapabiliriz konularını  konuştuk. İlk işimiz enkazlar da çalışmaların yeterli olup olmadığını, bizlerin nasıl katkı sunabileceğimizi planladık. 

Enkazlara gittiğimizde, arama kurtarma ekibinin çok zayıf olduğunu, 4 günde yeni çalışma yaptıklarını gözlemledik. Aileler kendi imkânlarıyla yakınlarına ulaştıklarını, cenazelerini araçlarının bagajlarına koyduklarını, kendi yaralarını kendilerinin sarmaya çalıştıklarını gördük. Mevsim koşulları çok çetindi, Eksi 14 -15 derecelere düşen bir soğuk ve savuran bir tipi vardı, özellikle köylerde.

Ne kadarda hazırlıksız olduğumuzu, deprem uzmanlarının uyarısına rağmen hiçbir hazırlığımızın olmadığını alanda çalışanlar olarak hep birlikte gözlemlemiş olduk. 

Bölgedeki depremde birçok eş dost tanıdık kaybetmiştik. Hepsinin acısını yüreğimize gömerek kalanlar için ihtiyaçları karşılamak, insanların acılarına ortak olmak için kriz masaları oluşturduk. 

Sadece gönüllülük temelinde insani yardımlarda bulunmaya çalıştık. Çoğu insanla ilk kez yan yana gelerek çalışma programında birbirimize destek sunduk. İlçelere, köylere ulaştık, özellikle Doğanşehir’in birçok köyünde tüm hanelerin enkazda kaldığı gördük. Yedinci gün olmasına rağmen birçok köye yardım ve çalışma ekipleri ulaşmamıştı. Köylüler kendi imkanlarıyla göçük altında kalan yakınlarını, geçim kaynağı olan hayvanlarının çıkarmaya çalışıyorlardı.  Doğanşehir’in Topraktepe köyünde çıkardıkları hayvan ölülerinin yol boyu serilen görüntüleri hafızamda çok derin izler bıraktı. 

Her gittiğimiz yerde başka bir acı, kaygı, panik   ve umutsuzluk izleri insanların yüzlerine yansıyordu. STK ‘lar olarak ortak işlerle elimizden geleni yapmaya çalıştık. Özellikle barınma sorunu çok fazlaydı bugün dahi bu sorun henüz çözülmüş değil. Çok fazla konut yıkılmış ya da ağır hasar raporu verilmişti, az hasar verilen konutlarda artçı depremlerde yıkımlar olduğu için insanlar evlerine giremiyordu. 

Yani özetle şunu belirteyim ki, gözlemim bölge ve Malatya olarak bu kadar uzmanların uyarısına rağmen önlemlerin alınmış olmaması, Afad’ın eksik ve yetersiz kalması, zamanında müdahale edilmemesi, insanların ihtiyaçlarına yönelik yeterli çalışma yapılmaması, barınma beslenme vs.  Konusunda çok fazla eksikliklerin olması idi. 

Depremin üzerinden sekiz ay gibi bir süre geçmesine rağmen hala sorunların çözülmemiş olması, devlet kurumlarımızın zayıflığını ve duyarsızlıklarını bir kez daha göstermiştir. 

 Deprem felaketinin açığa çıkardığı önemli şey ise, düşüncesine, inancına, diline, cinsiyetine bıkmadan insani değerler üzerinden geliştirilen samimi bir gönüllü dayanışmasının oluşmasıydı. 

Deprem değil ihmal öldürür sözünün pratiğini yaşamış olduk. 

Umarız ki bundan sonra bu tür acıların yaşanmadığı, hak ihlallerinin olmadığı, eşit yurttaş olarak bir arada yaşamanın  zemininin oluşması için   dayanışmanın devamını  diliyorum. Kaybettiğimiz canlarımızı saygıyla anıyorum…

 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

DEPREMDE HAFIZAM KALDI yazıları

Çok okunanlar