Hafıza Yazısı: 4 (Memet Ali BAŞIBÖYÜK /Atmalılar Dernek Başkanı)
Deprem sabahı büyük bir sarsıntıyla uyandık. O anda; yanlış mı doğru mu düşüncesine girmeksizin , muhtemelen o anki ruh haliyle çoğunluğun yaptığı gibi, kapıya yönelirken, sıva ve tuğla parçalarının duvardan fırlayarak bizlere isabet etmesinden korunmaya çalıştım. Kapı depremin etkisiyle açılmıştı. Komşularımın büyük bir bağrışmayla aşağı doğru indiğini gördüm.
Bense tam tersi yukarıya doğru çıkıyordum. Komşular beni uyardılar: öğretmenim aşağıya in! Tersine gidiyorsun!
“Hayır, ben yukarda torunum Ali’yi almaya çıkıyorum!”
Herkes panikteydi. Kapıda altı aylık torunumu parkamın arasına sıkıştırıp aşağıya koşar adım inerken, beni üç kere öpen Ali’nin mutluluğuyla gülerek apartmandan çıktığımda komşular, “gülerek çıkıyorsun herkes panikliyor!” deyince “Yav, Ali beni üç kere öptü, onun bu moral verişine gülüyorum!” dedim.
Kendi ev halkımı güvene aldıktan sonra doksan beş yaşındaki babamın kaldığı eve koşturuyorum. Yaşlı babamı binadan uzaklaştırılmak kolay olmadı. Ona ulaştım. Komşuların yardımıyla binadan uzaklaştırıp, en açık ve güvenli alan olan, evinin yakınındaki Şehit Hacı Ahmet Doğan Parkı'na götürdüm. (Burada geçen üç günümüzü bilahare anlatacağım.)
O ilk şokun yol açtığı panik halini anlatmak kolay değildir. Gözlerdeki korku, çaresizlik, belirsizlik, o ürkütücü telaş... Sokakta veya parkta bekleşirken kendi binalarına doğru endişeyle bakanlar… Her an daha kötüsü olacakmış hali.
Kalabalığı süzüyorum.
Yataktan uyanır uyanmaz o haliyle sokağa fırlayalar, yalın ayaklılar.. Şubatın acımasız soğuğundaki yalın ayaklılar iç parçalayıcı. Üzerinde , onları soğuktan koruyacak elbiseleri olmayanlar…
Apartman sakinlerinden araba sahipleri, komşuları bu soğukta perişan olmasınlar diye, arabası olmayanlara arabalarında yer açma çabaları oldukça etkileyici. Muazzam bir çırpınış...
Ortalık aydınlanıyor! Bir umut ihtimali...
Babam nasıl olsa güvende deyip kendi evimin olduğu yere döndüm. Tedirgin bekleyiş içindekileri umut için cesaretlendirmeye çalışıyorum.
Bu ilk şokta , apartman yöneticisi olarak herkesi sahipleniyorum. Elazığ depremini örnek verip sakinleşen depremin ardından bir daha olmayacağını, olabildiğince ikna edici bir dille anlatmaya çalışıyorum. Korkmamalarını telkin ediyorum korkunun ve paniğin içinde olanlara.
Kesin geçti diyoruz yerin sükuneti artınca. Geldi geçti! Binada yıkıldı yıkılacak bir durumun olmayışı da cesaret veriyor.
Telkinle eve dönenler.
Kesin bitti deprem!
Tehlike temelli geçti.
Açlığımızı hatırlıyoruz. Bu bile iyiye işaret!
İnsanlar da tehlikenin geçtiğine dair emin olmaya başlıyorlar ki ağırdan ağırdan evlerine çıkıyorlar.
Hemen herkes evlerine girmiş.
Bizimkiler de gidiyorlar.
Şimdi dışarıda bir tek ben varım. İçimde bir his evi terk etmemizi telkin ediyor. Güçlü bir his.
Alelacele eve döndüm. Deprem anında yaşadığımdan kesin farklı!
"Çabuk bir şeyler alın bugün evden uzaklaşalım!"
Evi ikna ettim ama öğlene yakın açlığımızı bastırma meselesi var. Kimse açlığını bastıracak şey yememişti .
"Sıcak bir çorba içelim çıkalım!" derken dehşetin anı!
Zaten darmadağınık bir ev...
Daha o çorbayı içemeden ikinci depreme yakalanmak! Şu an o anı yaşıyorum ...
Her şey birincisinden daha öfkeli sarsılıyor. Büyük bir uğultu var. Görüş alanımıza yıkılan binalar giriyor. Göğe toz bulutları yükseliyor…
Daha yıkıcı olan depreme evde yakalanıyoruz. (Sonradan öğreneceğim ki bu ikinci depremde Malatya yıkılmış, ölenlerin çoğu bu ikincisinde ölmüş)
Dışarıdayız.
Binamızdan kayıp yok. Etrafımızda yıkılıp kalmış evlere, işyerlerine bakakalıyoruz.
Arabada geçen zor zamanlarımız başlamıştı.
Park artık yeni yaşam alanımız.