Hafıza Yazısı: 37 (Mehmet DALKANAT - Elbistan)

Hafıza Yazısı: 37  (Mehmet DALKANAT - Elbistan)
A- A+

 

6 Şubat 2023 günlerden Pazartesi

Gecenin bir yarısı; Saat 04.00 ve ben hala bilgisayarın başındayım. Sosyal medya platformlarındaki paylaşımlarım yeni bitti. Daha doğrusu bir bölümü yeni bitti. Hayatı ve Doğayı Koruma Platformu gönüllülerinin almış olduğu bir karar gereğince, Elbistan çöp döküm alanı, Hayvan barınağı ve Organize sanayi bölgesindeki eksiklikleri tespit etmiş, görüntülemiştik. Akşam saat 20.30 dan beri videoları birleştirmiş gereksiz resimleri çıkarmış paylaşıma hazır hale getirmiştim; Çöp döküm alanına rastgele bırakılmış onlarca başıboş köpekler,  çöp dağından çıkan yer yer yanan ve sos veren metan gazı dumanları, ölmüş köpek leşleri, çöp dağına bırakılmış ölmüş büyük baş hayvan cesetleri, hemen ilerdeki Organize Sanayi Bölgesindeki mezbahanenin hayvan dışkısı atıkları ve çöplerin içinde köpeklerle birlikte rızkını arayan insan figürleri. Çöp döküm sahasını sosyal medya platformlarımızda paylaştığımda saat tam 04.00 ü gösteriyordu. Hayvan barınağı ve OSB videolarını paylaşmaya zaman kalmamıştı. Daha sonra paylaşmak üzere bilgisayarı kapattım.

BİRİNCİ DEPREM 

Çalışma ofisimin hemen üstünde olan eve çıktığımda em küçük oğlum yatakta ama hala uyumamıştı. Cep telefonunda birileri ile mesajlaşıyorlardı. Uyuması gerektiğini söyleyerek bitişikteki kanepeye uzandığımda saat 04.15 gibiydi. Birkaç dakika sonra kanepe sallanmaya başladığında sen hala uyumadın mı demeye kalmadı kalk deprem oluyor diyerek fırladım. 

Elbistan’da son kırk yıl içerisinde hissedilir derecede 4-5 defa deprem olmuştu ve ben onları yaşamıştım. Ama bu başka bir depremdi. İki katlı evimin 20 basamaklık merdivenlerini inip dış kapıya ulaştığımda sarsıntı biter gibi oldu. Oğlum neredesin diye bağırdım. Merdivenin başında ayakkabılarını bağlıyordu. O kadar körpeydi ki depremin ne olduğunu henüz bilmiyordu. Dış kapıya elimi attığımda ikinci bir sarsıntıyla kendimi sokağa attım. Ama karşıya bir türlü geçemiyordum. Ayaklarım birbirine dolaşıyor öylece kalıyordum. Yerde sürünerek sokağın diğer ucuna vardığımda sarsıntı kesilmişti. En küçük Oğlum ve annesi deprem bittikten sonra geldiler yanıma. Hafiften kar çiselemişti yerlere. Ve binalarda kimse kalmamıştı. Ayaklarım çıplaktı ama üşümüyordum. Bütün mahalle yakınlardaki otelin otoparkında toplandık. İlk korkularımız geçmişti ve düşünmeye başlamıştık. Ben düşünmeyle birlikte üşümeye de başladım. İlk düşündüğüm merkez üssü neresiydi bu depremin. Eğer Elbistan’sa hasar vermiş miydi, verdiyse ne olmuştu. Merkez üssü Elbistan değilse sonuçları çok kötü olabilirdi. Çocuklarımı aradım herhangi bir zayiat yoktu. Derken ilk haberler gelmeye başlamıştı. Merkez üssü Kahramanmaraş/Pazarcık’mış, Elbistan’da terminal yakınlarında bir bina yıkılmış sonrası bir bina da Saraykent te bir diğeri Malatya caddesinde, merak, korku, heyecan birbirine karışmıştı. Ve insanlar artık üşümeye başlamıştı. Arabası olanlar biraz daha şanslı gibiydiler ama onlar içinde lavabo sıkıntısı baş göstermişti...

 

Arabam yoktu ve birazda sakinlemiştik. Evimiz iki katlıydı, altında çalışma ofisim üst katta da biz oturuyorduk. Herhangi bir hasar gözükmüyordu. Elektrikler kesilmemişti. Ve ofisin kapısı direk sokağa açılıyordu. Korkarak da olsa ofise giriş yaptık. Klima çalışıyordu. Televizyonu açtım çalışıyordu. Lavabo ihtiyacı olan birkaç komşuyla birlikte ofisin küçük bölmesinde sabahı beklemeye başladık. Televizyon deprem haberini veriyor ancak henüz detaylarına inemiyorlardı. Kahramanmaraş’taki ağabeyimi aradım ulaşılmıyordu. Henüz sabah olmadan büyük oğlum eşi ve çocukları, yeğenim eşi ve çocukları da ofise geldiler.

En az bir hafta burada ofisteyiz dedim. Kimse yukarı eve çıkmasın. Ofisin büyük bölmesine geçmeyin oradan sokağa fırlamak geç olabilir. Küçük bölmede kalacaksınız. Küçük bir balyoz yavrusu vardı çekmecemde, onu çıkarıp tezgâha bıraktım. Eğer yeniden şiddetli bir artçı sarsıntı olursa kapılar kasabilir, bu balyozla kırın camları ve sokağa fırlayın. Biz gidip yıkılan evlere ve genel duruma bir göz atalım.

Terminal civarındaki yıkılan apartmanın yakınlarına kadar yaklaştık. Enkazın üstü insan doluydu ve yanlıştı. Oğluma ve yeğenime siz de enkazın üstüne çıkıp aynı hatayı yapmayın bu insan eliyle olacak bir şey değil. İş makinaları geldiğinde henüz hava aydınlanmamıştı. Diğer bir enkazı görmek için oradan ayrıldık. İkinci enkaz biraz daha derli toplu gibiydi. Bina açık alandaydı ve pek yapılacak bir şey de kalmamıştı.

Hava aydınlanırken ofise döndük. Bütün uyarılarıma rağmen hanım kahvaltı hazırlamak için yukarı eve çıkmıştı. Saat dokuza doğru kahvaltı ofise geldi ama kimsenin kahvaltı yapacak hali yoktu. Çaylarımızı içerken diğer hanımlar evlerine gitmek istediklerini belirttiler. Televizyon sürekli açıktı ve depremin büyüklüğü ve vahameti yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı. Öğleden sonra ikinci bir büyük deprem ihtimalinden bahsediliyordu, ya da tehlikeli artçı sarsıntıların olabileceğinden. Saat 11.00 e doğru Platform gönüllülerimizden Durdu Mehmet Öztoy ( 2. Depremde vefat etmişti) ofise uğradı. Ayaküstü konuştuk. Kız kardeşini almaya geldiğini söyleyerek ayrıldı (Nerden bilecektim son görüşmemiz olduğunu). Ofis kalabalıktı ve sıkılmıştım. Her zaman uğradığım İhsan kalfamın yanına uğramak üzere ofisten ayrıldım. Hemen yanındaki şarküteri usulü çalışan “Bizim Tavukçu” ya selam verdim. Keşke açmasaydın Uğur dedim. Pandemi de ihtiyaç sahiplerine iyi bir hizmet verdik ağabey dedi, iyi de para kazandık. Ayakkabı tamirciliği yapan kalfam da açmıştı dükkânı. Ona da keşke açmasaydın kalfa dedim(2. Depremde vefat etmişti). Sıkıldım usta dedi evde oturmak bana göre bir şey değil. İki katlıydı dükkânı üst kata çıktık. Uğur da açmış dedim. O kapitalist açar dedi espri olsun için gülüştük. Öğle ezanı yaklaşmıştı. Namaz sonrası yürüyüş yaptığım arkadaş gelebilir kalfa dedim, kapat gidelim. Hele sen git usta benim işim belli olmaz dedi. Yürüyüşten sonra uğrayacağımı söyleyerek ayrıldım(Nerden bilecektim son görüşmemiz olduğunu).

İKİNCİ DEPREM

Namaz sonrası yürüyüş arkadaşım geldi. Ceyhan nehri kenarındaki bir parkın yürüyüş parkurunda her gün yaptığımız mutat yürüyüşümüze başladığımızda saat 13.00 civarıydı. Hem yürüyor hem de geceki depremi konuşuyorduk. Ben dedi depremden sonra yattım uyudum, Allaha tevekkel olmak lazım. Yanlış Ruşen dedim tedbirli olmak lazım seninki tevekkel olmak değil eşek cesareti. İtiraz etti Ruşen iman itikat meselesi falan diye bir tartışmaya tutuşmuşken yer sallanmaya başladı. Ayakta duramıyorduk kollarımızı birbirimize sarmal yaparak ayakta kalabildik. Yer yarılacak dedi Ruşen. Sarsıntı bir türlü bitmek bilmiyordu. Parkın yanındaki sıralı binalar domino taşı gibi kütür kütür yıkılıyorlardı. Sarsıntı bittiğinde toz duman içinde kalmıştık. Koş Ruşen koş dediğimi hatırlıyorum en son. Onlarca enkazın yanından koşarak geçmişiz, ben hatırlamıyorum. Ofisin yakınlarındaki market yıkılmış, hatırlamıyorum. Ofise gelmişim içeri girmişim düşen televizyonu düzeltmişim hiç hatırlamıyorum. Depremden sonraki 15 dakika hala hafızamda yok. Bilincim yerine geldiğinde otelin oto parkındaydık ve herkes sağ salim yanımdaydı. Evimiz yıkılmamıştı…

İki kızımda çocukları ile birlikte hayatta ve emniyette idiler. Bacanağımın enkaz altında vefat ettiğini öğrendim, yapacağımız çok fazla bir şey kalmamıştı. Kayınbiraderin üç genç kız torununun Kahramanmaraş’ta vefat ettiğini öğrendim. Yine yapacağımız bir şey yoktu. Kahramanmaraş’taki ağabeyime zor ulaştım. Hepimiz iyiyiz dedi ancak damadımın (Şu an Kahramanmaraş milletvekili) annesi, babası, kardeşi, kardeşinin eşi ve çocukları hepsi aynı binada enkaz altında kaldılar ve vefat ettiler defnedip hemen buraları terk edeceğiz dedi. Kimsenin kimseyi düşüneceği bir an değildi. Dilimin ucunda Zilzal (Zelzele) süresinin ayetleri dönüp duruyordu...

Herkes şaşkın bir vaziyette ne yapacağını bilemeden sağa sola koşuşuyordu. Marketin önünde bir iş makinası yıkılan binanın tablasını kaldırmaya çalışıyordu. Diğer bir kalfamla marketin önünde karşılaştık. Marketin içinde yakalandık usta dedi depreme, kendimizi kurtardık ama arabamın ucu enkazın altında kaldı onu kurtarmaya çalışıyoruz. İhsan dedi usta İhsan cevap vermiyor bir bilgin var mı? Bir saat önce yanındaydım dedim ve hemen telefona sarıldım. Ne yazık ki ulaşılmıyordu. Sokağın bir ucunda marketin enkazı diğer ucunda bir başka enkaz bir yol bulup kalfanın dükkânına gidecektim. Enkazın başında bir baba yalvarıyor eşim ve çocuklarımın sesleri geliyor bir yardım edin kurtaralım ne olur Allah rızası için diye. Bir an o enkazın altında kendi çocuğumun olduğunu düşündüm beynim sallandı, burnumun direği sızladı, gayri ihtiyari gözyaşlarım burnumdan akmaya başladı. Yapabileceğim hiç bir şey yoktu. Kalfanın dükkânı yıkılmamıştı ama karşısındaki bina yıkılmış dükkânın içine dolmuştu molozlar. Büyük ihtimal kaçarken karşı binanın enkazı altında kalmıştı. Hiç kimseler duymadı sesimi ne kadar bağırdım İhsan İhsan diye bilmiyorum...

Ağlamak iyi gelmişti sanki gözümün önü biraz aydınlanır gibi oldu. Saat üçe geliyordu ve akşama kalacağımız bir yer yoktu. Otoparka döndüm tekrar. Çocuklar hemen şimdi terk ediyoruz Elbistan’ı hazırlanın dedim. Arabalarınızın yakıtı var mı ve yola çıkmaya uygun mu derhal tespit edip hareket edelim. Yeğenim benim arabanın tekerleri yazlık ve kabak dedi, bu kışta kıyamette zorlanırız. Oğlum Alinin arabası müsaitti. Ama yol bilgimiz yoktu. Maraş’a gidemezdik Kayseri yolunda bilmiyorduk. Ceyhan nehri kenarından Belediye binasına doğru yürümeye başladım. Aman Allah’ım nehrin ker iki yanı da enkazlar la doluydu ağlaşmalar, bağırışlar, yalvarışlar. Soğukkanlı olmaya çabalıyordum. İnşirah süresini okuyarak kendi kendime metanetli olmam gerektiğini öğütleyerek koşmaya başladım. AFAD üniformalı iki kişiye yol bilgisi alacağımı unutarak şu delikanlının annesi babası kalmış enkazda yardım etseniz dedim. Biz ekip olarak çalışırız amca deyip duygusuzca geçip gittiler. Bir kaç polis ve AFAD görevlisinden başka kimseyi bulamadım. Soru sormaya bile cesaret edemedim. Tekrar oto parka dönerken ulaşabildiğim kadar haber ajanslarından telefonla bilgi almaya çalıştım. Kayseri yolu kapalıydı. Yola çıkmak bizim için macera olabilirdi. Çocuklara yolda donmaktan burada kalmak daha iyi bence dedim. Kalacak bir yer bulalım...

Haber ajansları benden mümkünse depremle ilgili kayıtlar da istiyorlardı. Enkazların önündeki bekleyişler ölüm sessizliğine bürünmüştü. İmkânı olan bazı hali vakti yerinde kişiler kendi iş makinalarıyla kendi aileleri için mücadele ediyorlardı. Güneşli camisi ve minaresi yıkıktı. Ulu camii hasar almış minaresi yıkıktı. Çarşı camii hasar almış minaresi yıkıktı. Himmet baba camii minaresi yıkıktı. Ceyhan Camii ağır hasarlıydı ama tahta minaresi duruyordu. Karacabey Caddesi, Malatya caddesi, merkez çarşı artık yoktu. Caddeler enkazlardan geçiş bile vermiyordu. Hasbel kader enkazlardan Kendi imkânlarıyla yaralı veya sağ çıkanlar kurtulmuş diğerleri için yapılacak hiç bir şey kalmamıştı. Elbistan boşalıyor kalanlar için yaprak kımıldamıyordu (Ve iki gün daha kımıldamayacaktı). Yirmi beş kadar görüntü aldıktan sonra çocukların yanına oto parka yeniden döndüm...

Hanımlar ve çocuklar arabaların içinde ara ara arabaları çalıştırarak idare etmeye çalışıyoruz. Arada bir telefonla ulaşanlara cevap veriyoruz. Hava kararırken yavaş yavaş bir de kar yağmaya başlamıştı. Oğlum Ali hadi gidiyoruz baba dedi yeğenim Emre ile birlikte. Pınarbaşı’nda prefabrik kafesi olan bir arkadaşımız var, Dükkânını halka açıyor bizi de çağırıyor. Apar Topar Ceyhan nehrinin doğduğu semt olan Pınarbaşı’na doğru hareket ediyoruz. Enkazların arasından bir şekilde yol bularak kafeye vardığımızda nerdeyse kafe ağzına kadar dolmuştu. Kafenin sahibi yakınlardan geçen bir elektrik direğinden almıştı cereyanı. Arada bir tellere atılan kanca teması kesse de bize yetiyordu. Cep telefonlarımızı sırayla şarj edebiliyorduk. Bizim telefonlar çalışmıyordu ama dışardan arayanlar bize ulaşabiliyorlardı. Kocaman bir soba sürekli yanıyordu. Kısa bir süre sonra 200-250 kişi sıkış-tıkış yerleştik kafeye. Her 15 dakikada bir tahminen 5 şiddetinde sarsıntı yaşıyorduk. Her sarsıntıda hep birlikte dışarı kaçışan insanlar sonra yeniden hep birlikte içeri giriyorlardı. Kim kaparsa yer onun. Kafe sahibi sonunda uyarmak zorunda kaldı, arkadaşlar burası demir pırofillerden yapılma prefabrik bir yerleşim, yıkılmaz yıkılsa da zarar vermez. Kar yağışı devam ediyordu...

Küçük kızım Nevşehir’e ulaşmıştı. Baba yine ki yola çıkmadınız kayseri yolu çok kötüydü biz zor geldik dedi. Eğer gelmek isterseniz yarın bizi getiren araba tekrar Elbistan’a gelecek dönüşte sizi de alıp buraya getirsin. Tamam, kızım dedim hele bir sabah olsun bakalım. Büyük kızım Kıbrıs’a gitmek üzere Kayseri’de uçak bekliyorlardı.

 

Gece uzadıkça sıkıntılar baş göstermeye başlamıştı. Altı kirlenen acıkan bebeler ağlamaya, yaşlı nineler dedeler sızlanmaya başlamışlardı. Kayseri’den bir kamyonet battaniye geldi, yaşlılara bebelere dağıtıldı. Yakın bir mesafede duvarları yıkılan üç harfli marketlerin birinden çocuk bezi, süt ve diğer ihtiyaçlar giderildi. Biri vardı ki ona bir çare yoktu. Gündüz benden çocukları için yardım isteyen baba da oradaydı. 12-13 yaşlarındaki kızını kurtarmıştı. Enkazdan çıkan çocuğun yüzünde hala kan izleri vardı. Baba Annem enkazın altında kaldı diye ağlıyor, baba ne yapıp edip çocuğu ikna ederek susturuyor ama biraz sonra kızcağız tekrar baba kardeşimde enkazın içinde kaldı diye tarif edilemez bir bakışla susuyordu. Kafe sahibi durumu fark etmiş olmalı ki kızcağızı farklı bir yere taşıdılar. Ve baba bir bomba gibi patladı. Eşim ve iki çocuğum hala enkazın altında diye. Yapacak hiç bir şey yoktu. Belki yaşıyorlardı ama sabaha kadar soğuktan ölebilirlerdi...

Bitmek bilmeyen bir gecenin sonunda nihayet şafak sökmüştü. Kar otuz santimetreyi bulmuş bulutlar yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Hava nispeten ılımış ancak gelecek gecenin ayazı ve soğuğu şimdiden gözüküyordu. Yeğenimin arabasının lastiklerinin değişmesi gerekiyordu ya da zincir bulmamız lazımdı. Nevşehir’den gelen arabayla iletişime geçerek gelirken zincir getirmelerini rica ettik. Geldiler ama yol güzergâhında zincir bulamamışlardı. Ve fakat bir müjde verdiler bize; Kayseri yolu açıktı ve zincirsiz de gidilebilirdi. Saat 15.00 i geçiyordu. Ya Allah ya Bismillah diyerek haydi gidiyoruz çocuklar dedim. Sulu kar donmadan Kayseri’ye varmalıydık, kaybedecek zamanımız yoktu. Geceden kafenin alt başındaki istasyondan arabaların yakıt depolarını doldurmuştuk...

Oğlum Ali’nin kayınpederi ve cici amcası da konvoya dâhil olunca araya yeğenimi alarak dört araba yola revan olduk. Kar ve tipiye rağmen gece 11.00 sularında Kayseri’ye varmıştık. Yeğenimin eşi Kayseriliydi ve cici teyzesinin şehir merkezine yakın bağ evine gidecektik. Oğlum sen bizi doğru terminale götür yer bulabilirsek biz direk İstanbul’a halanlara gidelim dedim. Bir gün sonrası saat 16.00 ya kadar hiç bir arabada yer yoktu. Uçak bileti alalım dedik üç gün sonrasına kadar tüm biletler satılmıştı. Neredeyse deprem ikinci gününü tamamlayacaktı ama henüz resmi bir müdahale başlamamıştı. Yirmi kişi yirmi metrekarelik bir bağ evine sığıştık. Deprem bölgesinden ayrılışımızdan itibaren telefonum hiç susmadı. Şair dostlarım, çevreci dostlarım, çok eski ve çok yeni arkadaşlarım hepsinin de bir tek ortak özellikleri vardı; hiç birinin düşünce dünyalarında İslami referansları yoktu. Ve bir kaç istisna hariç İslami referansı olan eski yeni hiç bir arkadaşımdan bir tek ses duymadım. Oysa ben ömrümü onlar için harcamıştım...

DEPREMDEN SONRA

Biz depremin üçüncü günü İstanbul’a ulaşmıştık ama devlet deprem mahalline henüz ulaşamamıştı. Elbistan boşalmıştı. Geride kalanlar Enkaz altında yakınları olanlar veya cenazesini henüz defnedemeyenler arabalarında veya donmayacakları çok basit barınaklarda devletin gelmesini bekliyorlardı. AFAD (Afet ve Acil Durum Yönetimi) ülke çapında yeni bir yapılanmaydı ve henüz alt yapısı tamamlanmış değildi. On yıllara dayanan bir tecrübe, deneyim, birikimden ve kadrodan ve donanımdan yoksundu. Kızılay ise tüm yetkisini AFAD a devretmişti. Dolayısıyla ilk üç gün hiç bir kurtarma çalışması yapılamamıştı. Üç günden sonra da eksi 20 derecede enkaz altında canlı kalma ihtimali neredeyse mümkün değildi. İlk günden itibaren yakın vilayetlerden başlamak üzere tüm Türkiye halkı kendisinden beklenenden fazla hassasiyet göstererek mağdurlara ulaşmıştı, ancak koordinasyon eksikliğinden dolayı düzenli ve istikrarlı bir dağıtım sağlanamamıştı. Sadece kurumsal yapısı olan tecrübeli sivil yapılanmalar kendi kadroları ile kendilerine uygun yaşam alanları oluşturarak başarılı bir dağılım yapabildiler. AFAD arama tarama faaliyetleri bittikten sonra halkın kendi imkânları ile oluşturdukları bu platformların hepsine el koymuştu. Sadece Kendilerine yakın buldukları tarikat, cemaat ve STK lara izin vererek ancak 15-20 gün sonra düzenli bir koordinasyon kurabildiler. Kurulan çadırlar eksi 20 dereceye uygun donanıma sahip değillerdi. Konteynerler çok sonra gelecekti. Suriyeli sığınmacılardan, kimsesiz, sahipsiz çaresiz insanlardan başka kimse de kalmamıştı zaten. Şehirde gözükenler daha çok yakın mesafede korunaklı bağ, bahçe evleri olanlarla, köylerde sağlam kalmış tek katlı evlerde oturan kimselerden ibaretti. İlk gelen yardımlar koordinesiz bir ortamda düzensiz bir şekilde merkezde var olan bu insanlara aktarıldı. Çok sonra AFAD depolar oluşturarak kendince münasip bulduğu STK larla birlikte köylere ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaya çalıştılar. Ulusal ve uluslararası gelen yardımların envanteri tutulmuş muydu? Bunların afetzedelere nerede kimler tarafından hangi şartlarda dağıtıldığı denetleniyor muydu? Soruları çoğaltabiliriz ama cevaplandığını ve cevaplanabileceğini sanmıyorum.

Bir ay sonra döndüm Elbistan’a. Merkez hariç şehir karanlığa bürünmüştü. Hasarsız tek ve çift katlı binaların dışında yanan bir ışık yoktu. Ana yolları kapatan enkazlar kaldırılmış diğer enkazlar hala kaldırılmaya devam ediyordu. Toz kokusu ve toz bulutu nereye gitseniz genzinizi yakıyordu. Evleri, işyerleri hasar almamış ya da hafif hasarlı çok katlı olmayan binalara su, elektrik ve doğalgaz hizmeti verilmeye çalışılıyordu. Hasar tespit raporlarına itiraz süresi başladığında ortaya çelişkilerle dolu garabetler çıkmaya başlamıştı. Hafif hasarlı çok katlı binalarda kiracı olarak oturanlar kira yardımı almak için binanın ağır veya orta hasarlı olmasında ısrar ederken kimi ağır hasarlı binaların orta ya da hafif hasarlı olması için mücadele edenler vardı. Bu arada seçim atmosferine de girilmişti. Öyle vaatler ve taahhütler veriliyordu ki depremzedeler bir kaç ay sonra sıfır dairelerin anahtarlarının kendilerine takdim edileceğine inanmaya başladılar. Ve hasarsız veya hafif hasarlı oturulabilir binalarını ağır hasarlı veya orta hasarlıya çevirme gayretine girdiler. Ve ne yazık ki birçoğu da bunu başardılar. Seçim sonrası hatasını anlayanlar için mahkeme kapısından başka çözüm yolu kalmamıştı. İtiraz süresi bittikten bir kaç hafta sonra yıkımlar başlamıştı ve bütün bir yaz sürecek ama bitmeyecekti. Şehrin bir kaç merkezi meydanına konteyner çarşılar kurulmuştu. Delme takma, yarım yamalak elektrikler veriliyor, kanalizasyon bağlantıları yapılıyor karma karışık bir şehir silueti ortaya çıkıyordu. Ve görünen oydu ki bu kargaşa en az beş yıl böylece devam edecek gibiydi…

 

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.

DEPREMDE HAFIZAM KALDI yazıları

Çok okunanlar