DEPREMDE HAFIZAM KALDI
(Editör: Ali YALÇIN)
Hafıza Yazısı: 25
(Ziya KESRİKLİOĞLU /Yazar/Yerel Yönetici)
DEPREMDEN TARİHE NOT DÜŞMEK !
06 Şubat 2023 gecesi saat 04.17’de eşim Hatice hanımın; ‘ kalk bey deprem oluyor’ cümlesi ile yataktan nasıl kalktığımı bilmiyorum. Üç yıl önce Elâzığ depreminde de iki kez on birinci katta yakalanmıştık depreme. Fakat bu hiçbirine benzemiyordu. Çatıdan, mutfaktan, duvarlardan çatır çatır sesler geliyor, koca bina beşik gibi sallanıyordu. Saniyeler geçmek bilmiyordu. Sabırla, istiğfarla sarsıntının bitmesini bekliyorduk. Bir yandan bildiğim dua ve istiğfar ayetlerini okurken diğer yandan evdeki tek çocuğum olan Esma’nın nerede olduğunu soruyor, sesini duyunca az da olsa rahatlıyorum. Fakat yatağın dibinde cenin vaziyetini almış bedenlerimizle geçen her saniye şiddetini arttırarak devam eden 9. Katta yakalandığımız dehşetli sarsıntının geçmesini bekliyorduk.
Yaklaşık bir dakika süren sarsıntı durunca zorunlu eşyalarımızı toplamanın telaşına düşüyor ve toparlanıyoruz. Daha önce yaşadığımız Elâzığ depreminin bize öğrettiği deprem çantasının arabada olduğunu söylüyor eşim. O telaşla merdivenlerden nasıl indiğimizi de çok hatırlamıyorum. Alt kata indiğimizde kapı yamulmuş açılmıyordu. Dedim vakit tamam. Zemin kata insek de dışarı çıkamıyoruz vakit bitti, buraya kadarmış. Yeni bir sarsıntı ile burada öleceğiz her halde. Derken aklıma diğer merdivene geçmek geldi, buraya geliyoruz ki evet buranında kapısı biraz çarpılmış olsa da çıkılabilir vaziyette.. Derin bir şükür çekip bahçeye çıkıyoruz aracımıza doğru…
Araca biniyoruz amma 300 metre mesafedeki ana yola (Yüz akı Cad.) bir saatte ancak geliyor. Burada kilitlenen trafikle birlikte saatlerce araç içinde bekliyoruz.
Yollar biraz açılınca olabildiğince sitelerden uzak boş bulduğumuz alanlara geçerek diğer çocuklarımızın gelmelerini bekliyoruz. Burada diğer sitelerden gelen komşularla birlikte ateş yakarak ısınmaya çalışıyoruz. Gün boyu bu minval üzere gide gide Belediye Nikâh Sarayının otoparkına doğru gidip burada açık olan bir kafeye canımızı atıyoruz..
AYNI GÜN İKİNCİ DEPREM
Aynı gün 9 saat sonra saat 13.24 te gelen 2. Depreme Nikâh Sarayı yanında bulunan Gönül Kahvesi isimli kafede yakalandık
Mekân tek katlı ve çelik konstrüksiyondan olsa da ilk depremde yaşadığımızdan daha şiddetli bir uğultu ve çaprazımızda yıkılan binaların çıkardığı dehşetli ses ve dumanla ne tarafa gideceğimizi şaşırmış durumdayız. Koptuk o telaşede.. Eşim oracıkta yere yığılmış vaziyette kızımla birlikte beni arıyorlar. Buluştuğumuzda her ikisi de dilleri tutulmuş vaziyette perişandılar.
O geceyi kafede; kâh yer bulabildiğimizde içeride kâh arabanın içinde geçirdik. Gece ara sıra bisküvi, kraker ve battaniye dağıtan yardım kamyonları geliyor. 30 cm karda eksi 10-12 derece soğukta kuyruklara giriyoruz; çoğu zaman sıra bize gelmeden ürün bitiyor. Nihayet saat 02’ye doğru bisküvi dağıtan bir yardım kamyonu yaklaşıyor ,sıraya giriyoruz. Bisküvi bitmiş olsa da elimize küçük birer kek geçiyor. Bu kek geçen 24 saat içerisinde yediğimiz ilk katı gıda oluyor.
Ekmeğin, suyun, yakıtın, ilaçların olmadığı bu ilk günlerde daha fazla dayanamıyor. Üçüncü gün diğer yakınlarımızla birlikte 5 araç ile Ankara yolunu tutuyoruz.
Yolda Kırıkkale’de bir öğrenci yurdunda yer olduğu ve kalabileceğimiz haberi geliyor.
Gerek yakıt olmadığı için soğuktan titreyerek araç içinde yaşadığımız üç gün, gerekse yollarda yaşadıklarımız birer ibret vesikası niteliğinde..
Asrın felaketi olarak anılan bu deprem manidar bir turnusol kâğıdı oldu hepimiz için.
Sahip olduğu tek ineğini bağışlayanı da gördük. 10 liralık bisküviyi 50 liradan satanı da. İki kişi oldukları halde yardım kuyruğunda 5 battaniye alanı da gördük. Var olan tek battaniyesini tanımadığı birine vereni de. Yine yollarda ücretsiz çorba vereni de 20 liralık çorbayı 50 liraya vereni de…(O gün için çorba İstanbul’da bile 50 TL değildi)
Oldukça zorlu bir yolculuktan sonra nihayet Kırıkkale ye ulaşıyoruz. Yurda yerleştikten sonra bir hayırsever bizi lokantaya yemeğe götürdü. Bazı çocuklar ve hanımlar lokantaya girer girmez daha; ‘çıkalım buradan tavan sallanıyor, zemin ayağımızın altından kayıyor...’ diyerek oturmak istemediler. Oysa herkes aç ve 3 gün sonra ilk kez sıcak yemek yiyecekler. Buna rağmen kimi yemiyor. Kimi de alıp dışarıda yemeyi tercih ediyordu.
Burada bir hafta kaldıktan sonra İstanbul yolunu tutuyor. Günlerdir tedirgin olup adeta bizimle birlikte depremi yaşayan gurbetteki çocuklarımızın yanına gidiyoruz.
Burada da fazla kalamıyor. Ramazanla birlikte Memleketimiz Malatya’ya dönüyor. Kalacak evimiz olmadığından öğrenci yurduna yerleşiyoruz.
DEPREM 65 SANİYEDE HEPİMİZİ EŞİTLEMİŞTİ
Normalde çadıra göre hayli konforlu sayılabilecek öğrenci yurdu Ramazan ayı olması ve ekseriyetin niyetli olması nedeni ile sınav üstüne sınav yaşatıyordu bizlere..
Malatya’da 3 bin kişinin kaldığı öğrenci yurdunda iftarda yemek kuyruğunda uzunca sıra beklemek; isimlerin önünde arkasında bulunan bütün eklerin birer avuntudan ibaret olduğunu öğretiyordu bizlere…
Gerek depremin ilk gecelerinde ısınabilmek için oluşturduğumuz ateş halkalarında gerekse yurtlardaki yaşam bizleri alabildiğince eşitlemişti. Ateşin etrafında da yemek kuyruklarında da; fabrika sahipleri de vardı bu fabrikada asgari ücretle çalışan işçiler de… 12 daire sahibi de vardı, sitenin bekçisi de... Yine dekan, profesör, genel müdür de vardı, hizmetli de… Tıpkı mezarlıkta olduğu gibi hepimiz mutfakta, yardım kuyruklarında eşitlenmiştik.
Nerede o ben bunlarla aynı arabaya binmem. Falan kişilerle aynı sofraya oturmam diyenler? Diye iç geçirmedim değil!
Sosyal medyada çokça dolaşan ve zamam zaman destek bulan söyle bir cümle var; 'az insan çok huzur’ diye. Bu cümleyi birçok bakımdan yanlış ve arızalı bulurum. Fakat bu deprem bizlere öğretti ki; az insan değil ama ‘AZ EŞYA ÇOK HUZUR’
Depremde yaşadıklarımızla ilgili daha çok şey yazabilirim. Fakat kısa olmasına dikkat ettiğim yazımı bir alıntı ve ‘Rabbim bir daha yaşatmasın’ duası ile bitirmek istiyorum.
ASIL DEPREM!
“Deprem bitti, artçılar hala devam ediyor, şimdi muhasebe zamanı... Benim, babamın, kardeşlerimin evi yıkıldı. Enkazdan veya yarı yıkık binadan kurtardığımız eşyaları da sele kaptırdık. Velhasıl şu yaşımıza kadar biriktirdiklerimiz gitti... Peki dedim kendi kendime dünyalıklar böyle uçup gitti de biriktirebildiğimiz iyi amellerimiz, sevaplarımız bari yerinde mi duruyor yoksa artçılarla, sellerle onlar da mı eridi, gitti...
Asıl deprem, deprem olduktan sonra başladı bana göre; insanlığımızı, kardeşliğimizi, iyi amellerimizi, henüz oturmamış karakterimizi salladı deprem ve çok üzücü ki birçoğumuz altında kaldı bunun... İhtiyacın olmadan veya ihtiyaç fazlası aldığın her yardım malzemesi, izinsiz aldığın bir çivi, zaten deprem oldu yaklaşımıyla yaptığın yağma, ilerde lazım olur diyerek stokladığın çadırlar, gıdalar, sular, kıyafetler... İşte bütün bunlar depremin artçıları ki zaten sağlam yapamadığımız karakter binamızın yerle bir olmasına neden oldu. Bizi sade deprem yıkmadı dostlar; aç gözlülüğümüz, biriktirme hırsımız, hiç ölmeyecekmiş gibi gelecek planlarımız, tahammülsüzlüğümüz, sabırsızlığımız, isyan kılıcımız yıktı. Hepimiz enkazda kaldık. Kimimiz çıkışa yakın, kimimiz çok derinlerde... Sakın, komşum daha derinde deme... Şimdi bu enkazdan çıkma yolunu bulmalı, sele kapılan insanlığımızı kurtarmalıyız vesselam...” (Alıntı
FOTOĞRAFLAR: Burhan KARADUMAN