DEPREMDE HAFIZAM KALDI
(Editör: Ali YALÇIN)
Hafıza Yazısı: 8
(Necip CENGİL / Yazar- Makine Mühendisi)
AL GÖTÜR SONRA ÖDERSİN ...
6 Şubat 2023 saat 03.30… Uyandım. Uyku tutmuyordu. Abdest alıp iki rekât namaz kıldım, dua ettim. Uyku yok… Yatağa uzandım yine de… Ürkütücü bir ses vurdu birden, saate baktım 4.17, bina hızla sarsılmaya başladı.
Deprem diye seslendik birbirimize eşimle… Oğlum alt katta, hemen ona koştu eşim, yukarı çağırmak için. “Yukarı gelin ve cenin pozisyonu alın, bu deprem farklı, ötekilerine benzemiyor, bu sefer her şey alt üst olacak gibi” dedim. O arada yatağın ayakucuna cenin pozisyonu aldım. Sallantı devam ederken gürültüler gelmeye başladı. Aradaki yatak dolabı düşmüş, iniş yolunu kapatmıştı. Birden üzerime bir şey düştüğünü hissettim. Elbise dolabı üzerime düşmüş, ayna kısmı yatağa gelmiş, ben oluşturduğum üçgende yatak ile dolap arasında kalmıştım. Eşim yarı yolda dönüp beni dolabın altından çıkarmaya çalıştı. Oğlum o arada geldi sarsıntı durmuştu, hazırlanıp merdivenlerden aşağı inecekken kedimizi hatırlıyoruz, sesleniyoruz ama ses vermiyor. “ O bir yer bulmuş saklanmıştır diyorum” bu arada sadece mutfağa takılıyor gözlerimiz yerde tabak kırıklarını, dökülen reçel, un bulgur… Diğer odalara bakamıyoruz. İnip arabaya doğru koşarken, bir daha sarsıyor.
Hava soğuk, yoğun kar yağışı altında arabayla yol almaya çalışıyoruz. Yollar tıklım tıklım, arabalar adım adım ilerliyor… Fahri Kayahan tarafına kızımızı ve torunları alacağız. Çöşnük’teki evimizden fazla uzaklaşamamıştık o sırada depremden kaçan sürücü, geri vitese takmış arkasına bakmıyor, sürücü tarafımdan kapıya bindirdi. Zorlayıp çıktım kapıdan baktım adam gülüyor, bir şey diyemedim. Telefonunu alıp araca zorla da olsa bindim. “İnsanları o gün sarhoş gibi görürsün ama değiller” ayeti geldi aklıma, kıyamet sahnelerini anlatıyor.
Hep birlikte “deprem değil kıyametti” diyoruz oysa asıl sarsıntıyı sonradan yaşayacağımızı bilmiyoruz.
Yolda zorla yol almaya çalışırken yakınlarımıza ulaşmaya çalışıyoruz, herkes iyi çok şükür. Oğlum Osmaniye’de ama depremin orayı da vurduğu aklımızdan geçmiyor. Sonra oğlumun attığı mesajı gördüm: “Biz iyiyiz!”
Oğlum “Vali Konağına giden yolda yıkılan binalar var, Hâkimler Sitesi ilk saniyelerde yıkılmış, arkadaşımda altında” diyor. Çevre yolunda, sağlı sollu yıkılan binalara bakıp “eyvah eyvah” diyerek yol alıyoruz. Elazığ depremine yakalandığımız arkadaşın evi vardı, Yıllarca beton bloğu olarak bekletilen sonra rezidans yapılmasına izin verilen “Trend Garden” çökmüştü. Büyükşehir belediyesinin arkasında, ayaktaydı ancak ikinci büyük sarsıntıda çökecekti. Eski sigortanın oradan geçerken Hayat Sitesinin bir bloğu çökmüştü ama ikinci sarsıntıda hepsi çökecekti.
Fahri Kayahan bölgesine vardığımızda, kızım ve damadım torunlarımızı almış inmişlerdi. Mehmet Kaba camisine geçtik. Sabah namazını kıldık. Fakat cami soğuk, torunlar küçük; biri altı aylık diğeri iki yaşlarında… “Nikâh Sarayı sıcakmış” dediler. Oraya vardık. Anfi düzeneğindeki koltuklarda yer bulup oturduk. Aceleyle aldığımız battaniyeler torunlar için iyi oldu. Kardeşim, eşi ve çocukları da nikâh sarayında, birbirimizi gördük, her zamankinden farklı bir duygu var.
Öğlen olmuştu. Dışarıda kar devam ediyor. Teyemmümle kılabildiğim öğlen namazından sonra, küçük torunla biraz ilgileneyim dedim. Kızım diğer torunu alıp dışarı çıkmış. Oğlum dışarda.
Dalmışım. Bağrışmalarla irkildim. Baktım nikâh sarayının kubbesi yerinden fırlayacakmış gibi sarsılıyor. Kontrolsüz bir koşma var, herke kapıya yığıldı. Kardeşimin çocuklarına bakıyorum. Eşim küçük torunu kucaklayıp koşmaya başladı. İzliyorum. Kalabalığın içinde torunumla yere kapaklandı. Koştum, kalabalığın ortasında kalmalarına fırsat vermeden kaldırdım, dışarı çıktık. Herkes çıktı mı diye bakınıyoruz. Ağlayanlar, bağıranlar, annem içerde kaldı diyenler.
Dışardayız ama battaniye dâhil neyimiz varsa içerde kalmış. Almaya gidelim diyoruz, görevliler bırakmıyor haliyle çünkü ne olacağı belli değil, tam da haydi hızla alıp çıkın denildiği sırada büyük bir sarsıntı daha geliyor O sırada Fahri Kayahan’da dumanlar yükseliyor. Bir kadın çığlığı yükseliyor: “Evimiz gitmiş!” diyor.
Kar devam ediyor. Titreme alıyor. Kafe açık girip bir çay içelim diyoruz. Kâğıt bir bardak çaya 15 TL istiyorlar. İçimden gidip geliyorum ancak yapacak bir şey yok. Ağzımın tadı mı yok, çay mı içilecek gibi değil. Neticede içemeden bırakıyorum.
O arada, oğlum arıyor Osmaniye’den, “baba neden bahçeye gitmiyorsunuz, o soğukta bekliyorsunuz?”
“Doğru söylüyor ama hava karlı yollar açık mıdır” diye düşünüyorum. “Kar sulu sepken e döndü, yollar erimiştir, tamam gidebiliriz” diyorum. Atlıyoruz arabalara köye, bahçeye doğru yol alıyoruz. Eski Malatya’da bulduğumuz açık bir bakkaldan çay, şeker, bulgur, pirinç o anda aklımıza ne geldiyse alıyoruz. Yolda Yarımcahan köyüne uğrayacağız, teyzemin çocukları ekmek, süt, yumurta hazırlamış. Yarımcahan’a varıyoruz, ora da mahşer gibi, korkular, soğuktan titreyen insanlar. Evler sağlam ama korkudan kimse giremiyor, aynı gün içinde birkaç büyük sarsıntı yaşayınca herkes korku içinde Bizim için hazırladıkları nevaleyi alıp, vakit kaybetmeden bahçeye gitmemiz gerekiyor zira hava kararıyor.
Amcaoğlum da köye geçmiş, çorba hazırlamışlar, “eve geçmeden buraya gelin” diyorlar. Herkesi oraya gönderdikten sonra bahçe evine geçip sobayı kurdum, yaktım. Sular akıyor. Elektrik var. Yoldayken kardeşim arıyor, onlar da gelecek.
32 metrekare çelik, panel den yaptığımız bir evimiz var. Arada gelip kalırız diye yapmışız 2019 yılında. O gün dokuz kişi kaldık o evde. Sabaha kadar sobayı söndürmüyoruz, torunlar küçük.
Ertesi gün damadım, oğlum ve kızım arabayla çıkıyorlar, arkadaşları bir şeyler gönderecekmiş Elazığ’dan. Dönerken Orduzu Aslantepe girişinde bir market buluyorlar, açık. Giriyorlar, lazım olan ne varsa, akıllarına gelen, market arabasına dolduruyorlar. Kasaya geldiklerinde kartı uzatıyorlar ama “sistem yok” diyor market sahibi. Çalışan başka kimse yok. Market sahibi inmiş marketi açmış, acil ihtiyacı olan gelir diye.
“Sistem yok kart çekemem” diyor.
“Ne olacak şimdi, ne yapacağız” diyor çocuklar.
“Hiçbir şey olmayacak, aldıklarınızı arabanıza yükleyip gideceksiniz, sonra bir ara uğrayıp parayı bırakırsınız.” Diyor.
Damadın tereddütlü halini görünce bir kez daha yineliyor “al götür sonra ödersin!”
Kopardığı bir kâğıt parçasına 945 TL diye yazıp damada uzatıyor.
Çocuklar market sahibine bakıyor.
“Ne bakıyorsunuz, ben bugün para kazanayım diye açmadım marketi, acil ihtiyacı olan çıkar gelir, ihtiyacını görür, para her şey değil, bugün para günü değil” diyor.
Alıp getirdiler aldıklarını ve anlattılar başlarından geçeni.
Nasıl duygulandığımı kelimelere dökemem. Sadece “al götür sonra ödersin” cümlesi dilimde dolanıyor.
“Al götür sonra ödersin”
Sabah on beş liradan uzatılan kâğıt bardaktaki çayı ve bu market sahibinin davranışını karşılaştırıyorum…
Kaç gün geçti bilmiyorum. Biraz kendimize gelmiştik. Torunları çocukları İstanbul’a gönderdik. Hasta olsalar Malatya sıkıntı… Aradım damadı, marketi tarif etti. Gittim buldum. Orduzu Aslantepe girişinin köşesinde, santralin karşısı…
“Deprem günü bizim damat sizden ihtiyaç kalemlerini almış ama nakit olmayınca parasını ödeyememiş, ödemeye geldim” dedim.
“Doğrudur o gün birkaç kişi gelmişti, sistem yoktu, nakitleri yoktu, bırak malları git mi diyecektim, deprem, her şey alt üst, millet can derdinde, mal mı düşünecektim!”
İlk günkü duyguları bir kez daha yaşadım. Kâğıda yazdığı 945 lirayı ödedim, o gün için lazım olan ihtiyaç kalemlerini aldım, selam ve muhabbetle ayrıldım.
İyiler her yerde iyidir. İyi ki varlar.
Kıyameti yaşamıştık ama iyiler acıları hafifletiyordu.