DEPREMDE HAFIZAM KALDI
(Editör: Ali YALÇIN)
Hafıza Yazısı: 43
(Muhammed Ali Çelebi -İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğrencisi)
Depremin olduğu gece evimde bilgisayar başında takılıyordum. Sabaha doğru bilgisayarın sağ altından bildirim geldi. Genelde borsa ve trafik haberlerinden farklı olarak bu sefer gelen haber deprem haberiydi. Bende habere göz atayım dedim. Maraş merkezli ilk depremin haberini gördükten sonra direkt üst sekmelerden çeşitli haber kanallarını açıp olay hakkında bilgi edinmeye çalıştım. Her bir kanalın farklı telden çaldığını görünce açıkçası moralim bozuldu.
Elimdeki en net bilgi Maraş merkezli bir depremin meydana geldiği ve çevre illerin bu depremden oldukça etkilendiğiydi. Malatya’nın da etkilenen iller arasında olduğunu görünce aklıma memleketteki akrabalarım geldi. Bende yan odaya geçip babamı uyandırdım ve olay hakkında kendisine bilgi verdim. Kendisi de memleketteki akrabaları arayarak durumlarını sordu. İlk belirlemelere göre köyde yıkılan bir evden ve merkezdeki hasar almış birkaç evden başka herhangi bir can ve mal kaybımız yoktu. Bu öğrendiklerim biraz olsun içimi rahatlatsa da olay hakkındaki bilinmezlik beni rahatsız ediyordu. Ancak uyku saatim yaklaştığı için çok da düşünecek durumda olmadığımdan yatağıma geçip uyudum. Öğle saatlerinde babamdan gelen telefon ile ikinci depremin haberini alarak uyanmış oldum. Alelacele kalkıp bilgisayarımın başına geçip olay hakkında bilgi toplamaya çalıştım. Deprem ve sonrasındaki iki gün boyunca gördüğüm ve duyduğum her bir haber aklımı kurcalamaktan ve beni delirtmekten başka bir işe yaramadı. Monoton giden hayatımda bir anda olağanüstü bir durum hayatımın her anını işgal etmeye başladı. Bir şeyler yapmam gerektiğinin farkındaydım ama ne yapmam ve nasıl yapmam gerektiği hakkında bir fikrim yoktu. Üniversitedeki arkadaşlarımdan birkaçı da benim gibi deprem bölgesine gitmeyi deli gibi istiyordu. Arkadaş grubumuzda uzun süren tartışmalar sonucunda hep beraber deprem bölgesine gitme kararı aldık. Bu kararı aldıktan sonra çeşitli bakanlık ve sivil toplum kuruluşlarının gönüllülük çağrılarına başvuru yaptık.
En nihayetinde Kızılay ile deprem bölgesine gidebileceğimizi öğrendik. Fatih, Ömer, Muammer ve ben bizim oradaki bir alışveriş merkezinde toplanarak bölgede diğerlerine en az muhtaç olabilecek şekilde kendimize bir ihtiyaç listesi çıkardık. Böyle bir şeye ilk defa kalkışmanın verdiği heyecan ve adrenalinle öyle bir ruh haline bürünmüştük ki her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüyorduk. En nihayetinde yardım etme niyetiyle gideceğimiz bir yerde insanlara ayak bağı olmak ve yardıma muhtaç duruma düşmek istemezdik. O gün mutabık kaldığımız ne iş varsa hallettik ve yola çıkmak için hazırdık. Ertesi gün beklenen haber Fatih arkadaşımızdan geldi ve dördümüz yola çıkmak üzere Sütlüce Kızılay Merkezi’nde buluştuk. İşte şu dakikadan sonra şahit olduklarım karakterimde ve düşünce tarzımda öyle farklılıklara yol açtı ki bazen ben bile bu kadar değiştiğime inanamıyorum.
Daha ilk dakikadan organizasyondaki koordinasyon eksikliği ileride yaşayacaklarımızın ufak bir ön gösterimi gibiydi. Normal şartlarda yarım saat sürmeyecek bir süreç saatlere yayılınca “ulan burası böyleyse kim bilir deprem bölgesinde neler yaşanıyor” diye de insan içinden geçirmiyor değildi. En nihayetinde süreç tamamlandı ve otobüslerimize bindik ve Maraş’a doğru yola koyulduk. On sekiz saatlik yorucu bir yolculuğun sonunda Maraş’a girmek üzereydik ve olayın vahametini niteleyen ilk uyarıda bulunuldu “arkadaşlar, tuvalet ihtiyacı olan varsa gidersin, buradan sonra tuvalet bulamayabiliriz”. Şu söz normal şartlarda duyabileceğimiz bir söz olmadığından olayın ciddiyetini anlayana kadar insanın kulağına abes kaçan bir sözden öteye geçemedi.
Maraş’a ilk girdiğimizdeki çevrenin görüntüsüyle merkeze yaklaştıkça değişen görüntü arasında betimlenemeyecek bir fark vardı. Varacağımız yere gidene kadar otobüsün camından gördüklerim herhalde ömür boyu kafamdan çıkmayacak şeylerdi. Nihayet otobüs eski bir fabrikanın içine girdi ve boş hangarların arasında bir yerde durdu. Otobüsten indiğimizde bizi oranın sorumlusu Enes Başkan karşıladı. Bizi bölgenin durumu hakkında bilgilendirmesinin yanı sıra biz gönüllülerin ne yapması gerektiği ve nasıl çalışması gerektiği hakkında da bilgilendirdi. En nihayetinde eşyalarımızı bir yere yerleştirip işe koyulduk. Bizleri bölerek ekiplere ayırdılar ve bize çeşitli grevler verildi. Örneğin, ilk gün çevre yerlerden gelen yardım tırlarını boş hangarlara istiflemekle uğraştık. Gittiğimiz fabrikadaki hangarlar bomboştu, sebebini sorduğumuzda bize bir önceki deponun çoğunluğun yabancı uyruklu yağmacılar tarafından yağmalandığını söylediler. Bu sebepten kullanılan depoların lokasyon bilgileri ehemmiyetle gizlenmekteydi. Umumiyetle bizlere depo dışına çıkılmaması, çıkılsa dahi üzerimizde Kızılay yeleği bulunmaması söyleniyordu. Oradaki ilk günümüzü kazasız belasız bitirdikten sonra kalacağımız yere doğru yola çıktık.
Kahramanmaraş Millet Bahçesine geldiğimizde kalacağımız yer hakkında kimsenin bir fikri yoktu. İşin kötü yanı orada bulunanlar da önceden bizlere bir yer ayarlamamıştı. Başımızdaki başkan olarak nitelendirilen arkadaşların da gönüllülerden olduğu gerçeği, personel ile aralarındaki yaşanan problemler, ilerleyen süreçlerde de sık sık karşımıza çıkacaktı. Bizlere daha önceki gönüllülerin kaldığı yerden onların kullandıkları asker tulumlarını ve şişme yatakları almamızı söylediler. Temiz gördüğüm tulumlardan birini aldım. Ancak yatakların durumu çok kötüydü. Üstleri direkt beton tozu ile kaplıydı ve temizleyecek durumda değildik. El mecbur aldığımız tulum ve yataklar ile nereye gideceğimizi sorduğumuzda, görevli personelin ‘bunları da alıp kalacağınız yere götürün’ cevabı üzerine yıl geçmesine rağmen aklımdan çıkmayacak cevaplardandır. Adeta bir bilinmezlik içinde bilineni bulma çabasındaydık. Birkaç konuşmanın sonunda bahçenin bir tarafındaki yeri belirleyip oraya gitmemiz söylendi. Tulum ve yatakları sırtlanıp zifiri karanlıkta – deprem dolayısıyla bahçenin ışıklandırılmasında sorun vardı- kalacağımız yere gittik. Kalacağımız yer suyun kenarında, çevresi cam ile kaplı ve camlarından bazıları depremden zarar görmüş tek odalı, iki katlı bir yerdi. Birkaç arkadaş kırık camların önünü tahta ile kapatıp soğuğu kesmeye çalıştı. Tam camı hallettik derken içeride sigara içenler yüzünden odanın kliması sıcak yerine soğuk üflemeye başladı. Bir de üstüne klimanın elektrik sistemini üst katın prizleri ile bağlayan üstün zekalı elektrikçi arkadaş yüzünden klimayı kapatamadık. Çünkü geldiğimiz otobüste priz yoktu ve genel olarak bir şarj sorunu vardı. Haliyle çoğunluk elektriğin kesilmesini istemedi. Neyse ki kısa boy ve zayıf vücudum sayesinde asker tulumunun içine tam girdim ve tulumun içindeki garip koku dışında benim herhangi bir problemim kalmamıştı. Dostum Fatih ise kalacağı 3 gün boyunca soğuktan en çok çekecek arkadaşımdı. Uzun boyu ve fazla kilosuyla tuluma tam giremediğinden iki tulumu açarak altlı üstlü yatmaya çalışsa da nafile, soğuktan kaçamamıştı. Şişme yatakları tamamen şişirmemize rağmen yatakların sorunlu olmasından sabaha doğru Fatih yere yapışık şekilde uyanıyordu. Kaldığımız günler boyunca herhalde en çok Fatihin durumuna üzülmüşümdür. Ben ise kulaklığı takıp tulumun fermuarını sonuna kadar çektikten sonra kendimi dünyanın en şanslı insanlarından hissediyordum çünkü uykusuzluk oradaki en önemli faktörlerdendi ve benim böyle bir problemim olmadı çok şükür. İlk geceyi atlattıktan sonra sabah erkenden yola çıkıp tekrardan fabrikaya gittik.
İlk günkü gibi gelen yardım tırlarını boşaltmaya koyulduk. Çok fazla yardım tırı vardı. Üstelik benzin sorunu, yetersiz iş gücü gibi sebeplerden tırların çoğu günlerdir sıra bekliyordu. Biz İstanbul’dan gelenler olarak 4 gruba ayrıldık ve her bir ekip sıra ile hangara giren tırları boşaltacaktı. Bu şekilde hiçbir ekibe aşırı bir iş yükü yüklenmeyecekti, insanlar yıpranmayacaktı. İlk geldiğimizde 3 gün depoda çalışıp sonraki günlerde sahaya çıkarılacağımız söylendi. Ne var ki üçüncü güne gelindiğinde sahaya çıkmak bir kenara ekip olarak beğenilmiş olacağız ki artık sadece Küçükçekmece ekibi ve bizim ekip tırları boşaltır oldu. Normal şartlarda ne ben ne arkadaşlarım verilen işe burun kıvırma gibi bir hadsizlik yapmayız ancak ortada bir adaletsizlik olduğunda ister istemez insanın morali bozuluyor ve hareketlerine yansıyor. Biz yine de olabildiğince duygularımızı dışarı yansıtmaktan kaçındık ve bize verilen işe odaklandık. En nihayetinde o günler geride kaldı ve orada bir hata yapmamanın verdiği rahatlıkla bugün istediğim gibi içimdekileri yazabiliyorum. Her şeyin bir yeri ve zamanı olduğunu da bir kez daha öğrenmiş oldum bu vesileyle. Maraş’ta artık üçüncü günün sonuna geldiğimizde dostum Fatih daha fazla kalamayacağını söyledi ve İstanbul’a dönecek ekip ile aramızdan ayrıldı. Bu şekilde aramızdaki en mülayim dostumuzu da göndermiş olduk.
Benim hep şaşırdığım şey normal şartlarda mutlaka birbirimize girmemiz gereken Muammer, Ömer ve benim ilginç şekilde kalan günleri kavgasız gürültüsüz atlatışımızdır. Beşinci gün artık sahaya çıkma imkânımız oldu. O gün Ömer ve ben, yardımı götüreceğimiz aracın şoförü, Şahin abi ile tanıştık. Kendisi depremden sonra ailesini Antalya’ya götürüp bırakmış, sonrasında Maraş’a dönerek gönüllü olarak servis çekmeye başlamış. Kendisiyle konuştuğumda her şey normale dönmeden Maraş’ı bırakmayacağını söylemişti. Yolda giderken konuyu değiştirip başka şeyler konuşalım dediğinde bu sefer de hangi konuyu seçsek öfke ve sinirden başka bir şey bulamadık. Ne siyaset ne başka bir şey o durumda girilmemesi gereken konulardı ancak üç erkek de bir araya gelince ister istemez konu oralara gidiyordu. Yol boyunca konuşulanlardan, Şahin abinin insanların yozlaşması, cahilliği ve ahlaksız tutumları yüzünden artık halktan nefret ettiği çıkarımına vardım. Eğer çıkarımım doğru ise kendisi ile aynı duyguları paylaşıyoruz. Buna rağmen kendisinin insanlar için bir şeyler yapması da ayrıca hayranlık duyduğum taraflarından biri oldu. Sağ olsun bizim ilk defa sahaya çıktığımızı öğrenince kendisi bize merkezin çoğu yerini gezdirip çeşitli bilgilendirmelerde bulundu. Kendisi bir kargo şirketinin bölge sorumlusu olduğu için şehri çok iyi biliyordu. Yepyeni sitelerdeki milyonluk dairelerin nasıl insanlara mezar olduğunu da gözlerimle görmüş oldum. Ya da rant uğruna orada bulunmaması gereken binaların nasıl orada bulunduğunu öğrenmiş oldum.
Beni en çok etkileyen olaylardan biri de yol üzerindeyken, telefonundan arkadaşı ile deprem gecesi öncesi mesajlaşmalarını göstermesiydi. Beraber halı saha yaptığı, yürüyüşe çıktığı, yemeği ayrı gayrı gitmeyen arkadaşını bir anda kaybetmek herhalde tarif edilecek bir şey değildir diye düşünüyorum. Yakınını kaybeden biri olarak, sevdiğini kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu az buçuk bilsem de bu kaybın bir anda ve beklenmedik şekilde olması tahayyül edebileceğim bir şey değil. Şahin abi ile o günü geçirme şerefine eriştikten sonra tekrardan fabrikaya dönüp, akşam kaldığımız yere dönmeyi bekledik. Bir haftadan fazla Maraş’ta kaldıktan sonra arkadaşlarımla İstanbul’a döndük.
Maraş’ta sahaya çıktığım gün dışında depoda çalıştığım günlerden aklımda kalanlar: Akşam soğuğunda yakılan ateşin başında beklemek, günlerdir yıkanmayan saçların ateş yüzünden taş gibi olması, çok fazla başkan olmasından kaynaklı olduğunu düşündüğüm koordinasyon eksikliği ve zaman zaman oluşan kaos ortamı, tuvalet problemi ve hatta depoda artık o yoğunluğa dayanamayan tek tuvaletin üstüne örtülen peçeteden kefen- o peçeteleri örten arkadaşın psikolojisi- , milliyetçi biri olarak kürdistan bölgesinden gelen iki bin tane hewal ısıtıcıyı indirme anımız ve daha bir çok şey. Maraş’ta kaldığım süre boyunca gördüm ki böyle afetlerde elbette ölenler olur ancak mevzu kalanları diri tutmak. Ölen için temiz bir kefen, uygun bir merasimde bile eksik kalınan bir yerde, kalanları diri tutmak da elbette çok zor olacaktır.
Gerek yetişkinlerin gerek çocukların barınma ve yemek gibi, psikolojik destek de zaruri ihtiyaçlarıdır. Her olayın sonunda olduğu gibi bu afetin sonunda da bilimin ne kadar önemli bir müessese olduğunu görmüş oldum. Afet öncesi bilimin dediklerine uyulmadığı gibi afet sonrası da bu hatada ısrar edildi ve hala da ısrar ediliyor. Tıpkı Bellarmino-Galileo hikayesindeki gibi yöneticiler de ne yapılması gerektiğinin bilincinde ancak çıkar uğruna bilimi hiçe sayıyorlar. Zihniyet tepede değişmediği sürece, biz aşağıdakilerin yapacakları tam anlamını kazanamayacak. Yine de ben ümidi kesmeyip geleceğe umutla bakmayı tercih edenlerdenim.
Maraş’ta yaşadıklarım asla aklımdan çıkmayacak şeylerdi ve afet de olsa bu vesileyle artık Maraş’ı memleketim Malatya’dan sonra ikinci memleketim belledim.