DEPREMDE HAFIZAM KALDI
(Editör: Ali YALÇIN)
Hafıza Yazısı: 42
(Mehmet Çakır)
‘’Hepimiz ölecek yaştayız.’’
Ateş düştüğü yeri yakar sözünün bu coğrafyada yeni bir eşdeğeri var artık. Üstelik deprem ülkesi olan Türkiye için; sanki daha bir anlamlı, daha bir derinlikli. ‘’Fay geçtiği yeri yıkar.’’
Unutuluyor. İnsanlar kaybettikleri yakınlarının simalarını pür-i pak hatırlarken, unutamazken; toplumun geri kalanı olarak biz, depreme dair her şeyi unutuyoruz. Unutup aynı acıları tekrar yaşamamak için, ‘’Depremde Hafızam Kaldı’’ yazı dizisi için yazıyorum.
Bu yazıda anlatılacaklar; 6 Şubat depremiyle alakalı hafızamda yer edinen anları içermektedir.
Tarih 29 Ocak 2023
Pütürge Eğitim Vakfı Başkanı, Ağabeyim Dr. Hasan Hüseyin Şener o gün vakıfta yapılacak etkinlik için arayarak; her zaman ki babacan tavrıyla davet etmişti. O gün ki etkinliğin bir konuğu vardı: Prof. Dr. Naci Görür. Bende Sayın Şener’in isteğiyle programın sunuculuğunu yapıyordum. Bilmeyenler için Naci Görür, Türk Jeolog ve Deprem Bilimcidir. Marmara denizi ve deprem konusunda çalışan ve bu hususlarda kamuoyunu bilgilendiren çok değerli bilim insanlarından biridir.
Depremden sadece 1 hafta önceydi. Sayın Şener, 6 Şubat’ta yaşanacaklardan habersiz; Prof. Dr. Naci Görürün görüşlerinden istifade etmek amacıyla vakfa davet etmişti. 1 Hafta sonra yaşanacak felaket ne Sayın Şener’in, ne Sayın Görür’ün, ne de orada bulunan herhangi bir katılımcının bilgisindeydi. Prof. Dr. Naci Görür’ü takdim edip, mikrofunu kendisine uzattığımda; Sayın Görür program boyunca tüm bilgi birikimiyle depremin hayatın içindeki çok önemli bir gerçek olduğunu, ne zaman yaşanacağının belli olmamasıyla beraber, ülkemizin coğrafi konumu dolayısıyla yaşanmasının kesin bir gerçek olduğunu anlattı. Sayın Görür bu gerçeklerden bahsederken, katılımcılar 1 hafta sonra yaşanacak felaketten habersiz; hayatın günlük karmaşasında kaybolarak, önemsiz şeyler hakkında mırıldanıyorlardı.
Tarih 6 Şubat 2023,
Depremin bizden aldıklarını görünce, aklıma Yahya Kemal Beyatlı’nın şu dizeleri geliyor.
‘’Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi; Müşkil budur ki, ölmeden ölür kişi.’’
Kimileri için hayat bir noktalı virgül gibi son buldu; tamamlamayı bekleyen işler, yürünmesi gereken yollar, yaşanması gereken anlar. O gece kurulan hayallerin, planlanan işlerin, hazırlığı yapılan şeylerin saat 04:17’de bir enkaz yığının altında kalacağını kim bilebilirdi.
Deprem olduktan 1 saat sonra, sabah saat 5 civarı nedensizce uyandım. Telefona bakmamla aklımın başından gitmesi bir oldu. O gün sabah ağarıncaya kadar ne olup bittiğini anlamaya çalıştım. 99 Depremini yaşamamıştım; ailemin anlattığı ve internette okuduğum kadarıyla biliyordum. Ama o sabah gün ağarırken; 6 Şubat depreminin, 99 depreminin yerini alacağını idrak edecek kadar zihnimde şimşeklerde çakmaya başlamıştı.
6 Şubat depremi Anadolu’nun yoğun nüfuslu bölgelerinde yaşanmıştı; Merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesiydi ama beraberinde 10 şehir daha etkilenmişti. Pazarcık merkezli ilk depremin büyüklüğü 7,7 şiddetindeydi ve 65 saniye sürmüştü. Elbistan merkezli ikinci depremin büyüklüğü ise 7,6 şiddetindeydi ve etki süresi 45 saniye olarak gerçekleşmişti. Resmi rakamlara göre depremde 50 bin 96 kişi hayatını kaybetmiş, 107 bin 204 kişi ise yaralanmıştı.
İlk şoku atlatmamla beraber, neler yapabileceğimi düşünmeye başladım. Bu gibi durumlarda bilinçsizce ve bireysel hareket etmenin faydalı olmayacağını bildiğim için; bir neferi olduğum Pütürge Eğitim Vakfı’nın başkanı Sayın Şener’i aradım. Sayın Şener’in çoktan yöneticilerle toplanmış olduğunu ve neler yapabilecekleri hakkında konuşmayı başladıklarını öğrenince; Tasvip ederse benimde katılmak istediğimi ve herhangi bir noktadan fayda sağlamak istediğimi belirttim, ardından vakıf merkezine geçtim. Sayın Şener’le tanışmamızdan bu yana vakıf içi birçok organizasyonda yanında yer almıştım ama hafızamda yerini koruyan en kuvvetli anılar 6 Şubat depreminde yaşadıklarımızdır.
Depremin olduğu 6 Şubat’ı takip eden günlerde; depremin yaşandığı illere, Türkiye’nin dört bir yerinden kalender milletimiz tarafından yardımlar gönderiliyordu. Resmi kurumlar, sivil toplum kuruluşları, vakıflar, dernekler; kısacası tüm Türkiye yekpare bir şekilde bu afete odaklanmıştı. Ama deprem bölgelerinden aldığımız haberler ve sosyal mecralardan takip ettiğimiz kadarıyla; bu yardımlar deprem bölgelerinde üst üste biniyor, zaiyatlar ve ziyanlar da yaşanıyordu. Sayın Şener, ‘’bu hataya düşmememiz gerekiyor. Deprem için vakfımız bünyesinde oluşturduğumuz kaynağın; deprem bölgelerinde ki keşmekeş içinde, gerçek sahiplerine ulaşmadan zayi olmaması lazım’’ dediğini hatırlıyorum. Ardından Malatya’da ki yerel yöneticilerle görüşerek; depremzedelerin isim, adres veya konakladıkları çadır konumlarını talep etti. Bizim buradan peş peşe hazırlayıp, gönderdiğimiz tırlar; oradaki gönüllülerimiz tarafından sahiplerine ulaştırılıyorlardı.
Tarih 23 Şubat 2023, Malatya Yolculuğu
23 Şubat Perşembe gecesi; depremden etkilenen 11 şehirden biri ve aynı zamanda memleketimiz olan Malatya’ya doğru yola çıkmıştık. İstanbul’dan yapabileceklerimizi tamamlamış olduğumuzu düşünerek deprem bölgesine gitmeye karar vermiştik. Perşembeyi cumaya bağlayan gece; Pütürge Eğitim Vakfı Başkanı Dr. Hasan Hüseyin Şener, Malatya Spor Eski Başkanı/İş İnsanı Hikmet Tanrıverdi ve Gazeteci Hasan Koç ile birlikte kara yoluyla Malatya’ya doğru hareket etmiştik. Vakfın Başkan Yardımcısı/İş İnsanı Bayram Tilbaç ise sabah uçakla Malatya’ya gelerek bize katılacaktı.
24 Şubat Cuma sabahı Malatya’ya vardığımızda karşılaştığımız görüntü bir tokat gibi yüze çarpıyordu. Ben insanoğlunu tüm bu olanlardan önce çok daha güçlü sanırdım. Aslında insan denen canlının doğa karşısında fiziksel ve mental açıdan çok büyük güçsüzlükleri varmış onu anladım. Hani bir laf vardır ya ‘’dünya tersine dönse vazgeçmem’’ diye. Dünya metaforik ve gerçek anlamda orada yaşayan insanlar için tersine dönmüştü; o insanlar ise çok şeyden vazgeçmek zorunda kalmışlardı.
İlk gittiğimiz yerdeki kurulan çadır bölgesinde yaşayan insanları görünce ne hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Önce o şok hallerini gördüm. İnsanların ayaklarında terliklerle felaketten kaçmak zorunda kaldıklarını, yaşadıkları acıyı nereye koyacaklarını bilemeyişlerine şahit oldum. Doğdukları ve yaşadıkları bu şehirde; mahcubiyet ve şaşkınlık içinde yer yön duyguları kalmamış bir halde, acil ulaşmaları gereken ihtiyaçlarını nasıl karşılayamadıklarını gördüm. Görece olarak biz onlara göre daha şanslıydık, yıkılan evlerimiz yoktu belki ama her birimizin içinde yıkılan çokça değer vardı…
Depremden yaklaşık 2 buçuk hafta sonraydı henüz, normal olarak nitelendirilen hayat standartlarından çok uzaktaydı depremzedeler. Kimileri hayata tutunmak adına, çıldırmamak adına; zihinleri bir boşluğa hapsolmasın diye gündelik işlere dönmüştü. Kimileri ise yerleştikleri tek göz çadırlarda; sessizlik içinde, tedirginlik içinde, yas içinde oturuyorlardı.
Zihnim bu düşünce süzgecinde süzülürken, bir başka gerçek yüzüme çarpıyordu. Aman efendim bundan da olsun, şundan da olsun diye kaybolduğumuz hayat karmaşasında; bir göz çadıra 14 kişinin sığabildiğini gördüm. Her gittiğim yere mutlaka bir valiz hazırlayan ben, ne kadar kalacağımız belli olmayan Malatya’ya giderken omzumda bir küçük sırt çantasıyla gidebileceğimi anladım. Yağmurun altında, botlarımız su içerisinde yardım dağıtmaya çalışırken; evlerimizdeki hınca hınç dolu gardıroplara rağmen üç beş kıyafetin yetebileceğini anladım.
Anladım ki, meğer her şey mümkünmüş. İnsan bazen dünyalara sığamıyorken, küçücük çadırlarda günlerce, haftalarca kalabiliyormuş. Aslında önemli sandığımız çoğu şeyin önemi hiçbir önemi yokmuş. Küslükler, kırgınlıklar bir gecede bitebiliyormuş…