DEPREMDE HAFIZAM KALDI- (Hafıza Yazısı: 17 - Ayfer YALÇIN / Anne)

DEPREMDE HAFIZAM KALDI- (Hafıza Yazısı: 17 - Ayfer YALÇIN / Anne)
A- A+

DEPREMDE HAFIZAM KALDI

(Editör: Ali YALÇIN)

Hafıza Yazısı: 17

(Ayfer YALÇIN / Anne)

  5 Şubat Pazar, Tecde Mahallesi’nde ; görümcemin müstakil evinin bahçesinde, soğuğa inat, ekmek pişirmek için kurduğum sacın altındaki ateşi, çalı çırpı vererek destekliyorum. Ateşe yakın tarafım sıcaktan nasibini alıyor ama ağrımasın diye uzattığım sağ bacağım; soğuğu biraz kessin diye perde yaptığım muşambadan hafifçe taşmış; donmadığından emin olmak için baş parmağımı da arada oynatıyorum. Dayan ! Bitti bitecek ! Doğal buğdaydan değirmende yaptığım un ile pişirdiğim ekmekleri, bu akşam İstanbul’ a gidecek olan oğlum Yahya ile göndereceğim. Çocuklarım bu ekmeği çok sevecek; uzun süre de yiyecekler. Değer öyleyse! Hadi biraz daha dayan! Ekmekleri paketledim. Evin yolunu tutup yola hazırlık planları kuruyorum kafamda, valize daha neler koyabileceğimi…  

          Yahya’nın kaldığı yurttaki görevli ablaları onu sever; oda temizliğini yaparken ayrı bir özen gösterirlermiş. Yahya öyle dedi. Anne yüreği; çok mutlu oldum. O ablalara , kendi ellerimle ve özenle kayısı paketi hazırlamalıyım. İki paket hazırladım bile. 

E, “pohmut” yapmayayım mı? Çeşitli çerez ve dut kurusunu metal havanımda ezip karıştırdım; çok da lezzetli oldu! Pohmut ,Arapgir kültürlü.

           Keşke bu hazırlıkları dün yapsaydım ama kısmet, bugüne nasip olmuş. Tam hazırlığı bitirdiğimi düşünürken kötü hava şartlarından dolayı Yahya’nın uçağının üç gün sonraya ertelendiği mesajı geldi. Kısmet işte! Yarın Malatya’da yaşanacaklara şahitlik etmek varmış. Doğrusu içimde bir rahatlama! Yarın mesai de var; zor geldi gitmek. Üç gün izin kullanacağımı bildirdim idareye. Şimdi Yahya’m ile huzurla uzanıp güzel bir film izleyebilirdik. Öyle de yaptık. Ancak gündüzki soğuktan sonra kavuştuğum bu sıcak, göz kapaklarımı canlı tutma direncimi azalttı. Hiç kıpırdamadan kendimi uykunun kollarına bıraktım… Canım, bir tanem. Benden sonra üzerime bir tane de yorgan örtmüş. Tüm Malatya, gelmekte olandan habersiz, derin uykulara gömüldü…

            Sabahın 04:17’ si. Bir şeyler oluyor! Bizi yatağımızdan uyandıran bu şey de ne! Çok mu ani oldu?  Sallanıyoruz…Yattığım kanepeye, duvarlara , kapıya hakim olamıyorum. Benim hiçbir etkimin olmadığı bir mekânda, bir boşlukta duruyorum sanki. Yapabildiğim tek şey sadece o boşluğa tutunmak. Nasıl da bir yalnızlık hissi ! Nasıl oldu da koca evrende bir başıma kalmışım gibi! Nerede benim gibi insan olanlar? Nerede eşim, çocuklarım? Yoksa hesap günü dediğimiz ve sadece kendimizle kaldığımız o gün mü geldi? Hayır! Bunlar bile yok kafamda! Öylesine derin bir yalnızlık. Sadece ben varım. Bir yerlere gidiyorum veya bir şeyler bana doğru geliyor. İşte öyle bir şey!

            Şimdi anladım! Deprem oluyor. Yer sallanıyor; onunla birlikte üstündekiler de! Öyleyse biraz sonra duracak. Etraf yarı karanlık. Işığı açmalıyım. Elimi elektrik düğmesine uzattığımdan emin değilim ama Elazığ depreminden kalan bir duyum bana engel oluyor. Deprem anında lambalar yakılmaz . Ne yapmalıyım öyleyse? Nasıl da yalnızım Allah’ım! 

           Şimdi geçer herhalde. Evet. Şimdi tam da durma zamanı. Depremler hep öyle olur çünkü. Sallar, bir müddet sonra durur. Durur değil mi? Bekliyorum. Tam duracaktı ki yer bir şeyden korkmuş gibi yeniden kendini sağa sola savurmaya başladı. Allahu Ekber! Ancak o vakit anladım ki böyle bir felaketten seni koruyabilecek bir varlığa sığınmam gerektiğini. 

           Bu sefer yer çokça anlatıyordu haberini. Bu sefer başka bir şey ima ediyordu sanki. Ne yapmalıyım peki? Öylesine yalnızım. Sanki bu evde bir başımayım. Kendisi için bir şeyler yapabileceğim kimse de yok. Ali nerde? Çocuklarım da yanımda değil; hepsi İstanbul’da. Yahyaaaaaaa!!! Öyle bir bağırış ki yerin yedi kat derinliğine sesimi duyurmak istermişim gibi. Boğazımın taşıyabileceği kapasitenin çok üstünde bir ses ile bağırıyorum: Yahya! O dün gece İstanbul’a gidememişti. Öyleyse odasında uyuyor olmalıydı veya uyanmış o da benim yaşadığım şeyleri yaşıyordu. Nasıl oldu da saatlerdir (bana saatler gibi geldi) onu orada yalnız bırakıp yanına gidememiştim! Korkmuştur; kaçmaya çalışmıştır. Ya öylece durup benim gelmemi beklemişse ? Şu kapının arkasına bir geçebilsem! 

             Kapıyı nasıl açtığımı hiç hatırlamıyorum. Kendimi Yahya’nın odasının önünde bulduğumda her şey susmuş, sadece bir ses çarptı kulağıma :” Sakin olun, hayat üçgeni oluşturun.” Enlerce kez söylenmiş gibi kulağımda yankılandı durdu. Her ne kadar beynimi tırmalasa da eşimden geldiğini anladığım bu ses, bana her şeyin yolunda olduğunu bir parçada olsa hissettirdi.   Tıpkı deprem öncesi günlerde olduğu gibi. Deprem anında hayata ve huzurumsu şeye, hayatın normalleşmesine  dair hissettiğim tek şey oydu. Kendisi her ne kadar benden önce odaya girdiğini iddia etse de Yahya’nın yanına ilk ulaşan bendim. İkimiz O’nu yatağında mışıl mışıl uyuyorken bulduk.

  Böyle bir sabahı bir daha yaşamamamız dileğimle…

Kubbedagi.com'da yayınlanan haberler kendi haber merkezi veya haber paylaşımı yaptığı müstakil diğer haber sitelerinin haberleridir. Bu nedenle Pütürge-Doğanyol Eğitim Vakfı kaynaklı haberlerin dışında diğer haberlerin alınıp başka sitelerde yayınlanmasına kesinlikle izin yoktur.

Yorum yazın

Yorum yazmalısınız
İsim yazmalısınız
Doğru bir email yazmalısınız
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmayacaktır.
Çok okunanlar