DEPREMDE HAFIZAM KALDI
(Editör: Ali YALÇIN)
Hafıza Yazısı: 11
( Cengiz Demir - Ezgi Müzik /Elbistan))
Kimileri “asrın felaketi” dedi.
Felaket yaşadığın boyuttadır.
Hissettiğin, gördüğün… Kaybettiklerin kadardır felaket… Kendinden, yakınlarından, akrabalarında… Mahallenden, ilçenden, şehrinden kaybettiklerin derin yaralar açıyor ve felaketin yaraları öyle çabuk kapanmıyor. Her taraftan yıkım ve kayıp haberleri tırmalıyor kulağını. Bir tane iyi haber, bir tane umut ışığının huzmesi yeniden ayağa kalkmana cesaret veriyor…
Yıllardır Elbistan’dayım… Termik santrallerle toza –dumana teslim olsa da nefes aldığım ilçem. Arkadaşlarım, dostlarım burada. Birçok akrabam başka şehirlere hatta Avrupa’da başka ülkelere gitmiş olsalar da burada kalmışım yıllarca… Emeğimi umuda bağlamışım…
Toplumun her kesimini; müziğin önyargısız birleştirici gücünde birbirine yakınlaştırmak, örflerimizi, adetlerimizi, kültürümüzü, kısacası müziği benimsetmek için Elbistan’da bir ömür emek vermeye adamışım . Geçmişten geleceğe devasa bir mirasın taşınmasına az da olsa katkı vermek büyük bir hadisedir benim için. Mekânıma gelip de bir süre sonra birkaç parçayı çalıp söyleyebilen birinin sevincini görmek harika bir duygu.
Kurslarda değişik yaşlarda çocukların birbirleriyle yarışırcasına saz çalmalarını izlemek… Onların başarılarını görmek, sevinçlerini paylaşmak…
Bu böyle devam etti yıllarca…
Felaket gelene kadar, bu böyle devam etti.
Biricik oğlumun okulu tatile girmişti.
Üç Şubat Cuma günü o da gelince evimiz şenlenmişti.
Yoğun bir kar yağışı vardı.
Cumartesi, Pazar günü gittikçe kar şiddetini iyiden iyiye arttırmıştı. İçimde farklı bir hüzün vardı. Felaketin haberini verdiğini nereden bilecektik… Doğa her zamankinden farklı bir hal ile bizimle konuşmuş meğer…
Cumartesi günü saz kursundaki çocuklarımla sözleştiğimizden Pazar günü kar altında saatlerce saz çaldık. Kardan adam yaptık, bolca eğlendik. Lakin bir sıkıntı hep yüreğimi yokladı…
Beş şubat gecesi yoğun kar yağışından dolayı, Pazartesi kurslarımızın tatil edildiğini öğrendik!
Çocukları haberdar ettim.
Gece başlamıştı.
Altı şubat sabahı saat 4:17 de birinci depremin korkunç sarsıntısıyla kendimizi dışarı attık.
Hayatımızın temelinden sarsıldığını gördük.
Çaresizliğe saplandık karda.
Arabamıza bindik. Aşırı soğuk olan havayı hücrelerimizde hissediyorduk. Herkesin yaptığı gibi şehri amaçsızca dolaşmaya başladık.
Etraf aydınlanıyordu.
Elbistan’da 3-4 binanın yıkıldığını gördük. Saat 10:00 gibi dükkana gidip kontrol ettiğimizde, müzik aletlerinin ortalığa saçılarak birbirine girdiğini gördük. Şükür çok ciddi bir zayiat olmamıştı.
Bu arada küçük çaplı artçı depremler oluyordu.
İnsanların evlerine girip çıktıklarını görmek bize de cesaret veriyordu.
Eşimin ailesine ait daha güvenli olduğunu düşündüğümüz, müstakil bir evde geceyi geçirmeye karar verdik.
Eve gidip bazı temel ihtiyaç malzemelerimizi alıp o tek katlı eve gidecektik.
Saat 13:10-15 civarıydı. Eve önce ben girdim! Peşimden eşim geldi. Daha sonrada oğlum geldi içeriye.
Oğlum geldikten beş veya on dakika olmuştu ki tahminen saat 13:24 de yerle bir olduk. Duvarların kâğıt gibi yırtıldığını gördüm.
Çok şükür ki oğlum kendi odasındaki masanın altına girerek hayatta kalmayı başardı.
Eşim ve ben koridorda birbirimize tutunmuşken molozların altında kaldık.
Ben düşerken cenin pozisyonu almıştım. Sırtıma kolon, omzuma duvar bindiği için kımıldayamıyordum.
İlk yaptığım şey eşim ve oğlumla konuşarak ne durumda olduklarını anlamaya çalışmak oldu.
Olabildiğince seslendim:
“Oğlum iyi misin? ”
“İyiyim baba biraz sıkıştım! Ama kurtulabilirim.”
Eşime döndüm;
“Aysel iyi misin?”
Eşim:
“Kolum koptu!” deyince büyük bir boşluğa düştüm.
Omzumdaki duvardan kurtulmak için var gücümle zorladım , sağ elimi boşa çıkartabildim.
Karanlık olduğu için hiçbir şey göremiyordum. Sürekli olarak, oğlumla ve eşimle konuşarak onları uyanık tutmaya çalışıyordum.
Eşimin kolunu kontrol ettiğimde ıslak olduğunu ve o ıslaklığın kan olduğunu anladım.
Kazağımı yırtarak çıkartıp eşimin koluna tampon yapmaya çalıştım. Cebimden telefonumu çıkararak yakın, uzak herkesi arayarak yardım istedim fakat boşa çabaladığımı enkazdan çıktığımızda anladım.
Oğlum kurtulduğunu, dışarı çıktığını söyleyince, eşime, oğlumun kurtulduğunu, bizim de kurtulacağımızı söyledim. Ne var ki eşimin şuuru yerinde değildi!
Yaklaşık bir saat sonra artık kendi başıma bir şeyler yapmam gerektiğini anladım. Sırtıma binen kolondan derimi sıyırtarak vücudumu kurtardım. Daha sonra arkamdaki deliği genişleterek o delikten dışarı çıktım. Oğlumu gördüm.
“Baba annem nerede ?” diye sordu.
“ Annen içerde ve durumu iyi!” dedim. “Gücümü biraz toplayıp onu almaya gideceğim, getireceğim!” dedim.
Evladım yanı başımda Hızır gibi yetişti. Orta yaşlarda yüreği güzel bir delikanlı!
Ve eşimi oradan çıkarttık.
Ne yazık ki sol kolu kopmuştu!
Sonrası uzun bir tedavi süreci… Yeni hayatımızı kabullenmeye ve alışmaya çalışma…
Evimiz, işimiz tamamen yok oldu.
Eşimin kolu enkazda kaldı… Elbistan’da … Elbistan şimdi İzmir’den uzakta. Yüreğimde bir acı var, bir burukluk. Kulaklarımda çocukların coşkulu , kuş cıvıltılarının hatırlatan sesleri…
Elbistan uzakta…